Yaşasın Cumhuriyet
Ülkemizin düşman işgalinden kurtarılmasından sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi 1 Kasım 1922 yılında toplanarak 308 numaralı “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, hukuku hakimiyet ve hükümraninin mümessili hakikisi olduğuna dair” adlı kararnamesi ile Saltanatın/Padişahlık yönetimi dönemi resmen sona ermişti.
İşte böyle önemli bir karar arifesinde AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal’ın 8. Uluslararası Kitap ve Kültür Fuarı’nda bir konferansta Cumhuriyeti ve Harf Devrimi’ni hedef alan sözleri damga vurdu.
Ünal’ın “Maalesef bir kültür devrimi olarak Cumhuriyet bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir. Bugün konuştuğumuz Türkçe ile bir düşünce üretemeyiz, sadece konuşma ihtiyacımızı karşılayabiliriz” şeklindeki konuşması Cumhuriyetin ilanının 100.yılına bir yıl kala çok manidar oldu.
Bu açıklama belli ki yıllardır içlerinde saklanan birikiminin dışa vurulmasıydı.
Dolayısıyla çeşitli kesimlerden çok tepki geldi. En çok tepkiyi de tarihçi Sinan Meydan bir organizasyon sırasında gösterdi. Meydan “Siz kimi kandırıyorsunuz ya! Hiç utanmanız yok mu?” şeklinde o dönemin gerçeklerini anlatarak Ünal’a meydan okudu.
***
“Harf Devrimi” 1 Kasım 1928 tarihinde Yeni Türk harflerinin kabulü ve tatbiki ile ilgili kanunun kabul edilmesi ve Yeni Türk Alfabesi’nin geliştirilip benimsenmesi sürecidir. Bu yasanın kabulü ile Osmanlı Alfabesi’nin kullanımı sona erdi. Yerine ise Latin Alfabesi esas alınan Türk Alfabesi kullanılmaya başlandı.
- yüzyılda Türkler İslam dini ile beraber yazı dilinde Arap Alfabesi’ni Türk dilinin özelliklerine göre düzenlemişlerdi. 19. yüzyıla gelindiğinde de yeni alfabe için önerilerde bulunuluyordu. Bu öneriler de Osmanlı Alfabesi’nin güncellenmesi ve Latin Alfabesi’nin kabulü olarak ikiye ayrılıyordu. Osmanlı Alfabesi’nin yenilenmesini isteyenlerin gerekçesi, bu alfabenin Türkçe’deki ünlü sesleri ifade etmede yetersiz kalmasıydı. Bundan kaynaklı olarak yazım sorunlarıyla basılan kitapların artmasıyla da daha çok karşılaşıldı. 1870’lerden itibaren Türkçe Sözlük çalışmaları da bu konuları daha çok gündeme getirdi.
“Latin harflerinin kullanılması talep edenlerin temeli Batı kültürü hayranlığı ve Avrupa’nın üstünlüğü fikrine dayanıyordu.” 1850’li yılların ardından çoğu Türk aydını Fransız dilini iyi biliyordu. Telgraf sisteminin yaygınlaşması ile de Latin Alfabesi ve Fransız yazı sistemi harflerini kullananlar da artıyordu.
İkinci Meşrutiyet döneminde, İttihat ve Terakki Cemiyeti aydınları Türk kimliğini İslamiyet’ten bağımsız olarak tanımlamaya çalışıyordu. Bazı kişilere göre Arap Alfabesi, İslam kültürüyle özdeşleşmiş bir yazı sistemiydi. “Bu sistemin terk edilmesi aynı zamanda Türk kimliğinin ortaya çıkması ve laik temel kazanması anlamına gelecekti.”
“Mustafa Kemal Atatürk“, alfabe değişikliği ile Suriye’de bulunduğu 1905 ila 1907 yılları arası ilgilenmeye başladı. 1922 yılında Halide Edib Adıvar ile bu konuyla ilgili görüşmüş ve ciddi önlemlerin alınması gerektiğini belirtmiştir.
1922 yılında Hüseyin Cahit, bir toplantı sırasında Mustafa Kemal Atatürk’e “Neden Latin harflerini kabul etmiyoruz?” sormuş, Atatürk de “Henüz zamanı değil” diye yanıt vermiştir. 1923 yılında İktisat Kongresi’nde tekrar konuyla ilgili olarak bir öneri sunulmuş ama kongre başkanı Kazım Karabekir, bu öneriyi İslamiyet’in bütünlüğüne zarar verebileceği gerekçesi ile kabul etmemiştir.
***
Türkiye Büyük Millet Meclisi, 28 Mayıs 1928 tarihinde 1 Haziran’dan itibaren resmi daire ve kuruluşlarda uluslararası rakamların (1,2,3…) şeklinde kullanılmasına yönelik bir yasa çıkardı. Bu yasa ile Harf Devrimi için de bir komisyonun oluşturulmasına karar verildi. Oluşturulan komisyonun bu kadar ciddi bir değişimin 5 ile 15 yıl alabileceği öngörüsü üzerine Mustafa Kemal Atatürk’ün ”Bu ya üç ayda olur ya da hiç olmaz” dediği ifade edilir.
1 Kasım 1928 tarihinde de yeni Türk Alfabesi kabul edilerek Harf Devrimi gerçekleşmiş oldu.
“Harf devrimi ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti yönünü batıya çevirmiş ve laiklik ilkesini benimseyerek devrimlerini bu yönde geliştirmiştir.”
“Buradan Cumhuriyet idaresine gelirsek:”
Osmanlı Devleti, 1876 yılına kadar mutlak monarşi, 1876-1878 ve 1908-1918 arasında meşruti monarşi ile yönetilmişti. I. Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğramasının ardından işgale uğrayan Anadolu’da halkın işgalcilere karşı Mustafa Kemal Paşa önderliğinde verdiği Milli Mücadele, 1923 yılında milli güçlerin zaferi ile sonuçlandı. Bu süreçte, “Büyük Millet Meclisi” adıyla 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan halkın temsilcileri, 20 Ocak 1921’de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adlı yasayı kabul ederek egemenliğin Türk ulusuna ait olduğunu ilan etmiş ve 1 Kasım 1922’de aldığı kararla saltanatı kaldırmıştı. Ülke, meclis hükümeti tarafından yönetilmekteydi.
27 Ekim 1923’te İcra Vekilleri Heyeti’nin istifası ve yerine meclisin güvenini kazanacak yeni bir kabinenin kurulamaması üzerine Mustafa Kemal Paşa, yönetim biçiminin “Cumhuriyet” olması için İsmet Paşa ile birlikte bir kanun değişikliği tasarısı hazırlayarak 29 Ekim 1923’te Meclis’e sundu. “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda yapılan değişikliklerin kabulü ile Cumhuriyet, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ilan edilmiş oldu.”
İşte bütün bu gelişmelerin arkasında halkın egemenliğinin esas alındığı modern Türkiye hedefi vardı. Cumartesi günü Cumhuriyetimizin 99.yıldönümünü kutlayacağız. İyi ki Cumhuriyet var. “Yaşasın Cumhuriyet“