Kim kimin hocası
Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, göreve geldiğinde bir açıklama yaptı ve öğretmenlerin ders vermek için gerekli donanıma sahip olduğunu söyledi. Yani “Okullarda öğretmenden başka kimsenin ders vermesine gerek yok” dedi.
Ancak devlette devamlılık esas. Milli Eğitim Bakanı kendisinden önce bakanlığı ile Diyanet arasında yapılan sözleşmeyi göz ardı etmişti. Ancak Diyanet o sözleşmeye istinaden adımlar atmayı sürdürdü.
Geçtiğimiz haftalarda Karasu’da İlçe Müftülüğü, Milli Eğitim Bakanlığı ile Diyanet arasındaki protokolü gerekçe göstererek okullarda değerler eğitimi vereceğini duyurdu. Milli Eğitim Müdürlüğü’nden de bu konuda çalışma yapmasını istedi.
Geride kalan yıllarda da bu şekilde eğitimler verilmişti. Okulda ilahiyat fakültesinden mezun öğretmen varken dersi lise mezunu imamların verdiği olmuştu.
İmamların pedogojik formasyonu (büyük ihtimalle) yoktur. Yani çocuklara nasıl ders verileceğini (bilimsel olarak) öğrenmemişlerdir.
İlahiyat fakültesi ya da eğitim fakültesi mezunu birinden daha yetenekli olmaları muhtemeldir ama düşük ihtimaldir.
Bakın bir örnek vereyim. Progojik formasyon almamış bir kişi tarafından ders anlatıldıktan bir süre sonra okuldaki öğrencilerin bir kısmı altına kaçırma problemi yaşamış. Yapılan araştırma neticesinde hocanın cennet ve cehennem konusunu detaylı anlattığı ve çocuklarda korku oluştuğu ortaya çıkmış.
Bu birinci problem.
İkinci problem de şu:
İmamların büyük kısmı lise mezunu. Önceki yıllarda bazı imamlar Kur’an-ı Kerim dersi vermek için okullara gönderildi. Ders verecek olan imam, ders verdiği ise kendini İmam Hatip’ten mezun eden hocası. Yani kendisine ders veren hocaya ders vermesi istendi.
Şimdi yeniden benzer durum yaşanıyor.
Müftülük haklı çünkü iki kurum arasında protokol var. Öğretmen haklı, kendisinden daha az eğitimli (hatta bazen kendi öğrencisi) olan birinden ders almak istemiyor.
“Bu ne saçmalık” diyorsanız muhtemelen siz de haklısınız.
Mezarlık tartışması
Gazetemizde birkaç kez haber yaptık. Yanılmıyorsam birinde manşet bile oldu. İnsanların üst üste gömülmeye başlandığı haberini klasik olarak “yatacak yerimiz yok” şeklinde yazmıştık.
Karasu’da yaşanacak yerleri ölülere yaşanmayacak yerleri dirilere ayırdık.
Şimdi mezarlığın yapıldığı yer de benzer şekilde.
Karasu’nun manzarası en güzel yerlerinden biri Cennettepe. Üç mahallenin (Kabakoz, İncilli, Kuzuluk) (hatta buna Yalı Mahallesi’ni de eklemek mümkün olacak) mezarlık ihtiyacını karşılayacak.
Adı ile de örtüşüyor: Cennettepe.
Mezarlık için daha uygun bir isim mi olur!
Daha uygun yer olabilir miydi?
Olabilirdi. Ama oraları imara açmasaydık!
Daha şehre yakın bir yer olabilir miydi?
Olabilirdi ama oralara yazlık yapmasaydık!
Daha yerleşime uygun olmayan yer olabilir miydi?
Olabilirdi ama oraya OSB yapmasaydık!
Daha iyisi her zaman olabilirdi.
Karasu’yu el birliği ile ziyan etmeseydik!
Yaza güleriz
Döviz fiyatlarının yükselmesi turizmcilerin işine gelecek. Özellikle yurtdışından misafir bekleyenlerin yüzü gülecek.
Yurt içindeki vatandaşların tatile gitmesi oldukça güçleşiyor. Bu durumda yerli turist alternatif arayışına girecek.
Tüm bunları bilmek için ekonomist olmaya falan gerek yok. Biraz denklem bilseniz yeter. Dolar artınca güneye tatile gidecek olan vatandaş daha ekonomik olan kuzey bölgesine yönelecek.
Yurtdışından gelecek turist için değişen bir şey yok. Oda geçen sene kaç avro ise bu sene de o kadar. Ama Türk vatandaşının en azından bu sene güneye tatile gitmesi kolay görünmüyor. O zaman buraya gelmeleri yüksek ihtimal.
Gerek İstanbul ve Ankara’ya yakınlığımız gerekse inşaat sektöründekilerin yapmış oldukları Karasu reklamları ilçeye ilgiyi artırdı. Bu sene ekonomik krizin de etkisi ile millet Karasu’ya gelmek zorunda kalacak gibi.
Yani yazı gören esnafın yüzü gülecek.
Suçlu hep basın mı
Basın aslında ayna gibidir. Toplum nasılsa basın da öyle olmalıdır.
Önceki hafta Tarım Kredi’nin piyasaya 1000 ton fındık sürdüğünü ve bunun da çiftçiye zarar vereceğini söylemiştik.
“Madem fındığı piyasaya süreceksiniz o zaman neden kurumsal kimlik kullanıyorsunuz” diye de sorduk. Çiftçi okurlarımız da olduğuna göre onların hakkını savunmak ya da onlara ses olmak da bizim görevimiz.
Bu haberin altına bir okurumu, “Siz bu haberi yapıp piyasayı manipüle ediyorsunuz. Bin ton fındık piyasanın gidişatını değiştirmez” iddiasında bulunmuş.
Birincisi bu dönemde piyasaya bin ton fındık süren çiftçiye iyilik yapmış olur mu? Ya da daha açık sorayım: kime iyilik yapmış olur?
İkincisi gazeteci bu konuyu haber yapmazsa sizin sattığınız fındık piyasanın gidişatına etki etmez mi yoksa sessiz sedasız dengeleri değiştirmiş mi olursunuz?
İyi olur Allah’tan kötü olur kuldan misali, basının yazdığı her şeyi aleyhinize sanmayın. Finalde hepimiz doğruları söyleyecek kurumlara ihtiyaç duyuyoruz. Aklınızda bulunsun.
İnsan mıyız ki hakkımız olsun
10 Aralık Dünya İnsan Hakları günüydü. Ben dünyaya Karasu’dan bakıyorum. Karasu’daki insanın hakları da insan hakkı olmalı.
Karasu’daki insan neyse, Amerika’daki insan da o olmalı. Madem ki insan haklarından bahsediyoruz, o zaman Karasu’dan bakalım.
Karasu’da sağlık konusunda yeterince iyi hizmet aldığımızı düşünüyor muyuz? Düşünüyorsak insanız. Ama hastanemizde doktor eksiği olduğunu bildiğimiz halde bunu dert etmiyorsak insanlığımızı tartışmalıyız.
Karasu’da uyuşturucu kullananların ve uyuşturucuya ulaşma imkanının fazla olduğunu düşünüyor muyuz? Bu durumda güvenliğimizin ve geleceğimizin garantide olduğunu düşünüyor muyuz? Eğer güvendeysek sıkıntı yok. Ama değilse ve tepki vermiyorsak insan hakkımızdan vazgeçtiğimiz ortaya çıkar mı çıkmaz mı?
Tarımsal üretimde hak ettiğimizi aldığımızı düşünüyor muyuz? Ürettiğimiz fındığın yurt dışı satış fiyatı üzerinden hakkımızı aldığımızı düşünüyor muyuz? Alıyorsak sıkıntı yok. Almıyor ama kimseye de şikayetimizi dile getirmiyorsak insan hakkımızdan feragat etmiş olmaz mıyız?
Sokaklarımızda çukurdan yürüyemiyoruz, ekonomik kriz var, araba alamıyoruz, uyuşturucu ile burun buruna yaşıyoruz, ürettiğimizi değerinden satamıyoruz ve insan hakları günü kutluyoruz.
Biz insanca yaşamıyoruz ki günümüz olsun, insanca yaşayanların insan hakları günü kutlu olsun.