AB masalı bitti mi

Masallar az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik diye başlar ve devam eder. Genellikle de sonu, mutlu biter. Bizim Avrupa Birliği (AB) masalımız da bildik, aşina olduğumuz diğer masallar gibi başlar ama bir türlü bitmek bilmez. Masal anlatıcılarımız değiştikçe bir parça umut çalınır ağzımıza, bekleriz bitsin diye…
Masalın başlangıcı; AET
Bu masala olan zaafımız Abdülmecit’le başlar. Neden söz ettiğimi anladınız sanırım: AET Açılımı “Avrupa Ekonomik Topluluğu” olan masalımızdır, daha sonra “Avrupa Birliği” (AB) adını alacaktır.
Kısaca nasıl başladığını ve bizim nasıl dahil olduğumuzu anlatarak masalımızın ilk yıllarını hatırlayalım. Bilindiği gibi AET; 1957 de kuruldu fakat kendi geleceğinin ne olduğunu o yıllarda henüz kendisi de tam olarak göremiyordu.
1960’larda Doğu ve Batı blokları arasında soğuk savaş artarak sürüyordu. Türkiye’nin ise, o dönemde AET açısından önemi büyüktü. Çünkü Stratejik ve ideolojik olarak karşı bloğa itilmemesi gereken bir ülkeydi. Evet, AET’nin kendisinde zaten belirsizlik vardı. Türkiye’nin ve Yunanistan’ın AET’nin ortak üyeleri yapılmalarının bir zararı yoktu, aksine AET’nin nüfuz alanını genişletmesi açısından yararı bile vardı. İşte; Türkiye’nin AB yolculuğu/serüveni böyle hassas dengeler üzerinde başladı.
Başka bir deyişle, Türkiye’nin AET ortaklığı siyasal, tarihsel, ekonomik ve kültürel sürecin doğal bir sonucu değildi. Üstelik AET’ye giriş Yunanistan ve Türkiye siyasetçileri ve bürokratları arasında bir yarışa, atlanmaması gereken birbirini kollayan (her konuda tarihsel karşı olmalar) bir “savaş”a da dönüştürülmüştü.
Türkiye tarafından bazen “Onlar Ortak Biz Pazar!” diye “çatlak” sesler/ itirazlar olsa da AB ve masalını anlatanlar aldırmaz, “yoldaşlıklarına” devam ederler.
Yakın tarihimize bir göz atacak olursak; dönemin Başbakanı Tansu Çiller 1995 yılında sömürü belgesi olan Gümrük Birliği’ni imzalar ve “2 yıl içinde AB’nin içindeyiz” der.
1999 Helsinki Zirvesi sonrasında Türkiye koşullu aday yapılırken; “4-5 yıl içinde AB içindeyiz” diyen bu kez, Başbakan Bülent Ecevit’tir.
Serüvenin son halkası ise, 2002 yılının sonuna geldiğimiz günlerde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) lideri Tayip Erdoğan Kopenhag Zirvesi sonrası şöyle bir açıklama yapar: “Türkiye AB ilişkileri rayına oturdu” der.
Şimdi Türkiye AB ilişkileri gerçekten rayına mı oturdu? Yoksa bu masallarla hep kandırıldık mı? Bu soruların cevabını rakamlarda ararsak masal yerine gerçekleri görürüz. Çünkü rakamların insafı yoktur. Rakamlar yalan söylemez!
***
Gümrük Birliği’ni 1995’te imzaladıktan sonra; 1996 yılı ihracatımız 431 milyon 33 bin dolar, ithalatımız 891 milyon 51 bin dolar, dış ticaret açığımız 460 milyon 18 bin dolar, İhracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 48,38 olur.
Bugün;
İhracat Temmuz ayında 18 milyar 551 milyon dolar, ithalat 29 milyar 240 milyon dolar, dış ticaret açığı 10 milyar 689 milyon dolar, İhracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 63,44 olur. 12 aylık cari açık ise Temmuz ayı itibariyle 36,6 milyar dolar rekor düzeye çıkar.
Bu arada “Kara Para” girişi olarak da adlandırılan 5,5 milyar dolarlık “Net hata noksan girişi” olmasa açık çok daha büyük olurdu.
Kısacası; rakamlar, ithalatımızın ihracatımızdan her yıl fazla olduğunu ve Gümrük Birliği’ne girdiğimizden bu yana toplam dış ticaret açığımızın giderek arttığını göstermektedir.
Gerçekler…
Rakamlar bize Türkiye açısından AB ilişkilerinin rayına oturmadığını ama, Türkiye’nin Gümrük Birliği’ni imzaladıktan sonra AB’nin işlerinin rayına oturduğunu ayan beyan göstermektedir.
“Karşılaştığımız onca haksızlığa rağmen, yarım asırdır ısrarla ve sabırla sürdürdüğümüz tam üyelik mücadelemizin artık neticelenmesini istiyoruz” derken… O da ne!
Sayın Cumhurbaşkanı geçtiğimiz günlerde Özbekistan’ın Semerkant kentinde yapılan “Şanghay İşbirliği Örgütü” toplantısına katıldı. Dönüşte gazetecilere şöyle bir açıklama yaptı:
“Hedefimiz Şanghay Beşlisi’ne üye olmak.”
Bunu siyasi blöf olarak mı, yoksa AB’den kesinlikle ümidin kesilmesi nedeniyle mi söyledi bilinmez. Ancak, ülkemizde bununla ilgili yapılacak olan bir referandum kesinlikle Şanghay değil, AB tarafı seçilecektir.
Diyorum ki, Türkiye önce kendi gücünü oluşturmalı. AB’nin kriterleri belli. İlle de bir örgütün/teşkilatın/birliğin çatısı altına girmek zorunda mıyız?
Bu örgüte bir bakalım:
Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) bilinen adlarıyla “Şanghay Beşlisi ve Şanghay Paktı”, Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın 1996 yılında oluşturdukları uluslararası bir örgüt. 2001 yılında Özbekistan’ın katılımıyla üye sayısını altıya çıkarttı. 9 Haziran 2017’de Nur-Sultan’da gerçekleştiren zirvede Hindistan ve Pakistan’ın örgüte katılması ile üye sayısı sekize çıktı. Gözlemci statüsünde olan İran’ın 17 Eylül 2021’de Şanghay İşbirliği Örgütüne tam üye olarak kabul edilmesi ile üye sayısı dokuza çıktı. Türkiye diyalog ortağı statüsüne bulunuyor.
Kaldı ki bu teşkilatın iki üyesi Kırgızistan ile Tacikistan bir sınır anlaşmazlığı nedeniyle günlerdir silahlı çatışma yaşadı. Her iki taraftan onlarca asker vatandaş hayatını kaybetti. Rusya araya girdi de şimdilik ortalık duruldu.
Zaten Şahangay Teşkilatı’na girebilmek için bir sürü prosedür gerekiyor. Belki AB yolculuğu kadar beklemeyebiliriz ama bakalım ülkemiz halkı bu birliğe girmeye razı olacak mı?
50 yıldan beri sürdürülen Avrupa Birliği üyeliği gelecekleri ne olacağı belli olmayan ülkelerle aynı birlik içinde yer alacağımız bana hiç gerçekçi gelmiyor. Dolayısıyla bunca yıldır umutla bekleyiş bir inat uğruna heba edilemez. Umutlar söndürülemez!