Yapma be imam efendi
Haftada bir, en güzel ve kutsal bir gün kabul edilerek diğer günlere göre daha düzenli, tertipli, daha dünyevi aç gözlüklerimizi bir tarafa bırakarak, heyecanla ve hulusi bir kalple, kürdiyle, lazı, çerkezi, gürcüsü, sosyal demokratı, sağcı liberal, şeriatçı, milliyetçisiyle geldiğimiz, ruhumuzun en güvenli liman olarak sığındığımız camimizde; bizleri bir arada tutacak, tarihimizdeki başarılardan biri olan “Zafer haftası” ve bu haftaya damgasını vuran “Yüce Atatürk”, anlatılıp ruhlarına bir Fatiha okunmasını beklerken, o yüce kişiye, “Keşke Büyük Taarruzu Yunanlılar Kazansaydı” diyen, bir zavallıya saygı gösterenlerin, emir ve talimatlarına uyarak, en birleştirici, en değerli sözlerin söylendiği “Hutbe” de, nasıl olur da bize bu ülkeyi “Vatan” olarak, “Yurt” olarak armağan eden bir kişinin adını ağzına almazsın!!!
***
“Sen!” bilmez misin ki; Hutbede adını ağzına almaktan korktuğun Atatürk ve silah arkadaşlarının, 26 Ağustos sabahı, Afyon Koca Tepe’de başlayan “Büyük Taarruz”un; Yunan mevzilerini teftiş eden İngiliz Generalinin, kahkahalar atarak, “Türkler bu mevzileri, altı ayda aşamazlar” sözlerine rağmen, bu mevzileri altı saatte aşıp, taarruzun ilk günü Şuhut ilçesini kurtardıklarını…
***
Yine “Sen!”; 29 Ağustos gecesi, battaniyeye sarılı sıtma nöbetindeyken gelen telgraflarla düşmanın, çember içine alındığında, çemberin bir ucunu açık bırakarak, düşmanını dahi çok zayiat vermesin diye, savaşmak ve kaçmak gibi, iki seçeneği düşünmesini sağlayan böyle bir kişiliği, “Hutbede” nasıl anmazsın be Hocam?
***
“Sen”; bilmez misin ki; her gün beş vakit “Allahu Ekber” nidalarıyla, toplumu bir arada tutan “Ezanlarımızın”, bu ülkeyi 30 Ağustos zaferinden sonra, daha dik ve öz güvenli olarak katıldığımız Lozan Antlaşmasıyla bizlere bağımsız, laik bir Türkiye’yi armağan eden, Atatürk ve Fevzi, İsmet gibi arkadaşları sayesinde gümbür gümbür okunmakta olduğunu…
***
“Yoksa sen!”; Nisan ayında orkestrasındaki Miraç adlı müzisyenin, imam hatipli olduğu için “İmam” diye takıldıkları arkadaşına karşı, yaptığı bir “Gafı” alıp, sosyal medyaya servis eden iktidar trollerinin birkaç tane daha sanatçıyı, söylediği sözlerden dolayı cezaevine gönderen, 3-4 yıl evvel hukuk fakültesini bitirmiş ve usulsüz olarak İstanbul’da görevlendirildiği iddia edilen bir savcı ile cezaevine gönderilen “Sanatçı Gülşen” konuşulsun, Sedat Peker’in ifşaatlarıyla, talan edilen, yağma edilen, soyulan, rüşvet söylentileri paçalarından akan, bu kokuşmuş bozuk düzen konuşulmasın diyen bir zihniyetin değirmenine su mu taşıyorsun?
***
Yapma be imam efendi!
Ülke soyuluyor, yağma ediliyor ve “Sen!” bu ülkeyi yoktan var edenleri “Hutbe” gibi saygın, kutsal bir yerde anmıyor ve gerekçe olarak da, bana verilen talimat bu diyorsun öyle mi?
***
O zaman, ben de sana soruyorum İmam Efendi? Çıktığı hutbede, “Ey Müminler, beni dinleyin ve itaat edin” diye seslenen Hazreti Ömer’e, cemaatten birinin ayağa kalkarak; “Üzerindeki elbisenin hesabını vermedikçe seni dinlemiyor ve sana itaat etmiyoruz, çünkü ganimetten bize düşenle bir elbise yapmak imkansızdı, sen nasıl oluyor da elbise olabilecek kumaş alıyorsun” diye sorduğunda Hazreti Ömer, oğlu Abdullah’ı işaret ederek; “Abdullah, kalk anlat”, dedikten sonra ayağa kalkan oğul Abdullah’ın; “Allah’a yemin olsun ki, babamın üzerindeki kumaşın yarısı, benim hisseme düşen ganimet kumaştır. Babam ikisini birleştirerek elbiseyi yapmıştır” dedikten sonra, “Ya Ömer şimdi konuş…” Hem seni dileriz hem de itaat ederiz” diyen ümmetin çocukları olarak, bir evlilik yüzüğüyle siyasete girip, bu günkü serveti milyar dolarlarla anlatılanların hesapları, o kutsal kürsülerde sorulmayıp da, Atatürk gibi, bu milletin birleştirici unsuru olan bir kişiliği, o kutsal hutbeye yakıştıramayıp anmayan, bir Fatiha’yı bile çok görenleri dinlemeyen hatta Cuma namazına gelmeyen arkadaşım haklı mı diye de aklımdan geçmiyor değil…
***
“Sen” ne dersin İmam Efendi?