Dünden bugüne siyaset

1971-75 Eskişehir’de Kimya Mühendisliği Yüksek Okulu, 1986-90 yıllarında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi öğrencisi oldum. 12 Mart 1971 Muhtırasının, 1974 Kıbrıs Barış harekâtının, ardından gelen milliyetçi cephe hükümetlerinin ve 12 Eylül 1980 ihtilalinin yaşandığı dönemlerden geçtim.
Sağcı öğrenciler, “Komünistler Moskova’ya” derken, solcu öğrenciler de “At, it, koyun birleşti, faşist düzen yerleşti” diyordu. 12 Eylül 1980 ihtilalinden önce, gerilim öyle bir hal almıştı ki! Her gün yaklaşık 20 genç ölüyordu.
İhtilal ile birlikte ölüm olayları tamamen ortadan kalktı. Kenan Evren’e, “Neden daha önce müdahale ederek daha fazla insanın ölmesini engellemediniz? Sorusu soruldu. “İhtilal için zeminin olgunlaşmasını bekledik” cevabı hafızalarımızda kaldı.
1980 Öncesi, ölme ve öldürme olaylarında, aynı silahın kullanıldığını da biliyoruz. Öğleden önce sağcı öğrencileri öldüren silah, öğleden sonra da solcu öğrenciler için kullanılmıştı. Belli ki! Ortamı karıştıran, kışkırtıcı ajanlar ortalıkta dolaşırken, ne sağcı, ne de solcu olarak nitelenen çocukların bundan hiçbir haberi yoktu.
Aynı yıllarda Karasu ilçesi bu durumlardan en az etkilenen yörelerdendi. Hafta sonları okulumdan Karasu’ya geldiğimde, kendimi çok sessiz ve sakin bir ortamda bulurdum.
İhtilalden kısa zaman sonra, herkes daha dikkatli hareket ederek toplumsal barışın sağlanmasına destek vermiş oldu.
Son 60 yılın hükümetleri kendi adlarına mutlaka bazı işleri gördüler. Hem devlet, hem de özel sermaye yatırımlarda bulundu. Fabrikalar, limanlar, yollar, köprüler, barajlar yapıldı.
Son 20 yıl içerisinde, eskinin kamu iktisadi teşekkülleri, devlet adına yapılan yatırımlar, “özelleştirme” programı adı altında satıldı. Eskiden haberlerde, atılan fabrika temellerini duyardık, şimdi ise onların elden çıkarılma, satılma haberlerini duyuyoruz.
Sağcı, solcu meselesi toplumsal barış ile ortadan kalktı. Bugün herkes birbirine saygılı davranmaktan keyif alıyor. Toplumumuzda tam bir hoşgörü havası oluştu. Demokrasimiz olgunlaştı.
Bir şeyi hiç beceremedik, aşamadık. Partizanlık, kayırmacılık, liyakatsizlik. Partili vatandaşa sonuna kadar açık olan kapılar, karşı taraf için demir sürgülü hale geliyor. Mülakat adı altında yapılan haksızlıklar ile liyakatli eleniyor, liyakatsize görev veriliyor. Bizim adamımız mı? Değil mi? Her şey bu kayırmacılık üzerinden yürüyor. Bu durum, her alanda bozulma ve yozlaşmayı beraberinde getiriyor.
Rekabet ile düşmanlığı birbirine çok karıştırıyoruz. Spor müsabakalarında dahi, bu konu karşımıza çıkıyor. Hâlbuki rekabet ortamı ile başarı çıtası daha da yükselir. Karşı tarafı düşman göstererek oy devşirmeye çalışmak, insanlarımız arasına nifak tohumları ekmek, çürüme ve bozulmayı da beraberinde getirmektedir.
Bütün mesele, adalet ve liyakat kavramlarına dikkat etmek. Bu konuda yapılan yanlışları minimize etmek. Kul hakkı yememek. Önce insan olduğumuzu, herkese saygı ve sevgi ile yaklaşmak gerektiğini bilebilmek.
İnsanlığımızı sadece cenaze törenlerinde hatırlamamak. Toplumu provoke etmek isteyenlere fırsat vermemek gerekiyor. Ülkemizde, lider konumunda olanların sorumluluğunun ise sıradan vatandaşa göre çok daha fazla olduğunu bilemeyen yöneticiler, verecekleri hizmeti eziyete dönüştürebilirler.
Türkiye’de ortamın karışması, bulanık suda balık tutmak isteyen fırsatçıların işini kolaylaştırır. Ortamı karıştırmak kolay, düzeltmek ise zordur. Karışık ortam, zaten bozuk olan ekonominin, düzelmesi zor bir yere doğru sürüklenmesine neden olacaktır.
Hangi yönetim olursa olsun, adalete olan güven kaybedilirse halkın yüzünün gülmesi mümkün değildir. Milletin mutluluğu huzuru ancak adaletli bir iktidarla mümkündür. Geldiğimiz son nokta rakip belediye başkanlarını sistem dışına çekme çabasıdır. Ortada en iyimser bakışla, tam bir akıl tutulması vardır.