Recep Özdemir, “Esintiler (2)”

Esintiler (2)
Çanakkale savaşının sıcak günlerinden biri daha başlamak üzeredir. Fransızların bugün Morto Koyu olarak adlandırılan bölgeden çıkarma yapacağı istihbaratı alınır. Kıyıyı koruyacak yeterli kuvvetimiz yoktur.
Düşman çıkarmasını durdurmak için sadece gönüllülerden müteşekkil bir takım kurulur. Takımın başında Ezineli Yahya Çavuş vardır. Düşman gemileri toplarıyla kıyıyı dövmeye başlar.
Top mermilerinin açtığı çukurlarda gönüllülerden oluşan takımımız siper alır. Nihayet düşman çıkarma gemileri ve düşman çıkarması başlar. Aynı anda da Erlerimiz tüm hünerlerini göstererek işe koyulurlar. Erlerimizin tek görevi vardır. Düşman çıkarmasını durdurmak, ardından gelecek kuvvetlerimiz için zaman kazanmak.
Yaklaşık altmış kişiden oluşan gönüllüler takımımız görevini kanının son damlasına kadar yapar. 3000’in üzerinde düşman askerini telef ederler.
Düşmana kıyıda ilerleme imkanı vermezler. Bu arada Erlerimizde teker teker Şahadet şerbetini içer. En son takım komutanı Ezineli Yahya Çavuş kalır. O’da ağır yaralanmıştır. Vücuduna giren mermilerin açtığı deliklerden kanlar sızmaktadır. Bu haliyle komutanına görevin harfiyen yerine getirildiği tekmilini verir.
Sargı yerine (sahra hastanesi) gönderilirken oda arkadaşlarının ardından Şehitler kervanına katılır. Yahya Çavuşun takımıyla devleştiği 3000’in üzerinde düşmanı telef ettiği koy o günden sonra Morto (ölüm) Koyu olarak anılır.
Kurtuluş savaşı tüm hızıyla devam etmektedir. Askerlerimizin tek bir mermiye dahi ihtiyacı vardır. Oysa düşman hem asker hem de silah vb bakımından bizden kat ve kat üstündür. Türk milleti var olma sınavı ve mücadelesi vermektedir.
İstanbul’daki savaş mühimmatı değişik yollarla Anadolu’ya ulaştırılmaya çalışılır. İstanbul’dan deniz yoluyla İnebolu’ya gelen top mermileri kağnı arabalarından oluşan kollarla günlerce süren yolculuk neticesi dereler tepeler aşılarak Ankara’ya ulaştırılmaktadır. Erkeklerimizin bir kısmı Vatan için şehit olmuş, bir kısmı da bu uğurda cephededir. Bundan dolayı da İnebolu’ya gelen mühimmatı kadınlarımız Ankara’ya ulaştırmaktadır.
Yüze yakın kağnı arabasının oluşturduğu bir kol vardır. Kol yorgun ve argın yoluna devam ederken, yağmur çiselemeye başlar. Koldaki kağnı arabalarından birini çeken kadının yanında çocuğu da vardır. Çocuğun sırtında da ince bir hırka.
Yağmur çiselemeye başlayınca, anamız bir arabasındaki top mermisine bakar bir de çocuğuna, top mermisi ıslanmaktadır. Daha fazla dayanamaz, çocuğunun üzerindeki hırkayı çıkarır, top mermisinin üzerini örter. Neden böyle yaptığını soranlara ise “istiklal olmadan çocuk olmaz” cevabını verir.
Atalarımız yaşadıkları dönemlerde yukarda ki örneklerde olduğu gibi binlerce isimsiz kahramanlar çıkarmışlardır. Geçmişte kurduğumuz devletler, dönemlerinin bilimsel ve teknik birikimlerinden yararlanmasını bilmişler, hem seçkin insan gücü hem de çağın birikimlerinden yararlanma sayesinde hep kader tayin edici olmuştur.
İstanbul’un fethinde Şahi adı verilen topların etkisi, çaldıran savaşında askerlerimiz elindeki tüfeklerin etkisini unutamayız.
Yokluklarla kazandığımız kurtuluş savaşı neticesi gittiğimiz Lozan’da Lord Curzon bize atfen “şimdi çok şey söylüyorsunuz. Ancak sizde (parayı kastederek) bu yok, kapımıza geleceksiniz ve o zaman bakacağız” demiştir.
Gerçekten de adamın dedikleri doğrulanmış belli bir süre sonra kapılarına borç için gittiğimizde elimizdeki mevcut üretim tesislerini de değişik gerekçelerle bize kapattırmışlar, para verip egemenliğimizi ve geleceğimizi teslim almışlarıdır.
Yukarda ki örneklere baktığımızda acaba bizler ne kadar vatanseveriz? Ülkemiz için belki bugün cepheye gidip savaşma zarureti olmayabilir. Ancak ülkemizin kader tayin edici olmasında, sağlam basmasında bilimsel ve teknik çalışmalara ne kadar katılıyoruz. Ne üretiyoruz.