Nimet değilse külfet olur

Bir çuval altınınız var. Ama nereye koyacağınızı veya bunun ne işe yaradığını bilmiyorsunuz. Taşıması bir dert, parlayıp göz alması başka bir sorun. Dünyaları satın alabileceğiniz bir çuval altın sizin için külfet haline gelir.
Ancak bir başkası o altını alıp işleyip hayatını değiştirebilir. Yani sizin için külfet olan şey bir başkası için nimete dönüşür.
İşte Karasu’nun denizi. Yazın artan nüfus. Eğer doğru işlenir ve yönlendirilirse altın yumurtlayan tavuk. Ama çöp sorunu, elektrik sorunu, sağlık sorunu, asayiş sorunu gibi sorunları göz önüne alırsak bu bir külfet.
Yine benzer şekilde Karasuspor var.
Trabzon diyince hepimizin aklına Trabzonspor geliyor. Sakarya diyince de Sakaryaspor…
Yani spor kulüpleri şehirlerin markasıdır. Gereği gibi idare edilebilir de edilemeyebilir de. Yöneticilerin agresif olduğu da olur yumuşak huylu olduğu da… Mühim olan kurumsal yapının korunmasıdır. Şimdi Karasuspor’u kazanmalı mıyız yoksa kaybetmeli miyiz? Kazanınca mı kâr ederiz yoksa yok edince mi?
Özetle Karasuspor, Karasu için nimet mi külfet mi? Buna karar verirsek aslında işleri çok daha kolay hallederiz.
Ben Ferizli’yi kıskanıyorum
İlçe başkanlığı yaptığım günlerden beri Ferizli’nin bürokrasisini kıskanıyorum arkadaş. Adamlarda bir samimiyet var. Hangi partili olduğuna bakmadan, hangi görevde olduğunu sorgulamadan tüm devlet görevlileri birbiri ile uyum içinde.
Bir kurumda işiniz varsa da kolayca halletmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bunun için de bulundukları makamı veya siyasi görüşü önemsemiyorlar.
Bizde ise pek çok daire amiri birbirini tanımıyor bile… Törenlerde “Ben bunu bir yerden tanıyacağım ama” bakışları ile birbirini süzüyorlar.
Samimiyet zayıf… Mesai dışında birbirini ziyaret eden ya da birlikte bir yere giden hele hele ailecek görüşen daire amiri “yok” denecek kadar “hiç…”
Ferizli’de ise mesai sonrası, hafta sonları ya da farklı etkinliklerde neredeyse tüm daire amirleri bir arada.
Gel de kıskanma…
Tarafsız gazetecilik mümkün mü
Gazeteciliğe ilişkin pek çok tanım yapılıyor. İletişim fakültelerinde pek çok derste “Gazetecilik nedir” konusu işleniyor.
Herkesin kendince bir tanımı oluyor elbette. Benim geliştirdiğim tanıma göre ise, “Gazeteci insanlara kendi işlerini nasıl yapmaları gerektiğini söyleyen kişidir…”
Yani gazeteci zaman zaman bir doktora “Doğru muayene et” diyebilir. Ya da bir müteahhide “Bu nasıl bina yapmak kardeşim” eleştirisinde bulunabilir. Hatta “Gasteci” kitabındaki benzetme ile “Bir gazeteci bir tavuğa nasıl yumurtlaması gerektiğini söyleyebilir” diyor.
Biraz abartılı gelecek ama gazeteci bir tanıma göre toplumun doğrucu Davut’udur. Yani eğer bir hırsıza gazeteci “hırsız” demeden önce kimse demez. Bir katile gazeteci “katil” demeden kimse demez.
Onun için gazete toplumun ortasındadır. Başarı ile gazetede yer bulanlar bu durumdan “Gazeteye çıktık” diye söz ederken, eksiklikleri dolayısıyla gazetede yer bulanlar “Gazeteye düştük” derler. Yani gazete kimine göre çıkılacak, kimine göre ise düşülecek yerdir.
10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü arifesinde ben de sizlere tarafsız gazetecilik olup olmayacağını anlatayım.
Kimi A Haber izliyor kimi Halk Tv kimi Bengü Türk. Ama herkes bir diğerinin tarafsız olmadığını söylüyor. TRT izleyen de Haber Türk izleyen de karşı tarafın tarafsız olmadığını dile getiriyor. Kendisinin de tarafsız olmadığı söylendiğinde ise “Onlar öyle olduğu için biz böyleyiz” diyorlar.
Aslına bakarsanız alakası yok. İnsanın doğasında tarafsızlık yok. Ben bir maç izlerken bile keyif almak için iki taraftan birini destekliyorum. Hem de çoğu kez farkında olmadan. Toplum ve yetişme tarzı da insanları taraflı olmaya zorluyor.
Gazeteci de insan olduğuna göre tarafsız olması mümkün değil. Ben mesela, milliyetçi-muhafazakar yapıda biri olarak nasıl olur da İsrailli ile Filistinli arasında tarafsız kalabilirim?
Ben kalamazken nasıl tarafsızmışım gibi haber yazabilirim!
Dolayısıyla gazetecinin tarafsızı olmaz. Tarafını gizleyen gazeteciden de haber alınmaz. Siz taraflı olan insanların tarafını bilerek okumalı ya da izlemelisiniz.
Kimin hangi tarafta olduğunu anlamanın yolunu ise başka bir gün konuşuruz.
Siz pek ciddiye almıyorsunuz ama
Kahverengi kokarca ile mücadele konusundan söz ediyorum. Bu böceğe ilişkin neredeyse sıfır bilgi ile mücadele ediyoruz. Kimimiz de “Herkes maske takarsa benim takmama gerek kalmaz” diye düşünen amcalar gibi davranıyor.
Bu böcekle mücadele ederken toprağı kirletmemek, bitkilere zarar vermemek de gerekli. Temel, Dursun’un alnına konan sineği tabanca ile vurup “Bir sizden bir bizden” demiş. Bizim iş de ona dönmemeli. Yani böcekle mücadele ederken bitkiyi ve toprağı kurtarmamız gerekiyor.
Bunun da formülü belli. Bu işin uzmanına gideceksiniz ve gereken neyse bilimsel yöntemle uygulayacaksınız.
Şimdi siz uyurken böcek üremeye, yumurtlamaya başlıyor. Yarın uyandığımızda iş işten geçmiş olabilir. Onun için bu alan ihmal edilmemeli.