Köşe Yazıları

Asgari geçim pazarlığı

Asgari geçim pazarlığı

Doğrudan 7 milyon işçiyi kapsayan 1 Temmuz’dan geçerli olacak asgari ücret ara zam pazarlığı Türk İş ve TİSK arasında 13 Haziran’da başladı. 19 Haziran’da ikincisi yapıldı. Muhtemelen 3.toplantı sonrası bayram öncesi Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından asgari ücret açıklanır.

Bir önceki Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin asgari ücretin 500 dolar seviyesinde olması için çalışma yapıldığını söylemişti.

Yeni Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, asgari ücrete ilişkin yaptığı değerlendirmede, sözü geçen “500 dolar” vaadi için, “Dolar yerinde durmuyor her gün farklılaşıyor. Biz TL konuşmak durumundayız” dedi.

Elbette öyle de… Aslında öyle değil!

Neden mi?

Çünkü Dolar/TL korelasyonu TL aleyhine yükseldiğinde iğneden ipliğe zam geliyor. Bu da enflasyonu artırıyor. TL, Dolar karşısında değer kazansa bile yükselen fiyatlar aşağı inmiyor.  Dolayısıyla Sayın Bilgin’in ağzından kaçırdığı dolar hesabına göre asgari ücret belirlenmesi artık zaruri olmuştur.

Ha şu da var tabi… Olur ya;

İster Merkez Bankası müdahalesi, isterse yabancı kaynak girişi nedeniyle Dolar/TL korelasyonu TL lehine tersine dönerse asgari ücret zammı düşük de kalabilir. O nedenle, iyisi mi bu yabancı para- asgari ücret karşılaştırma hesabını gündemden çıkarmak lazım.

Peki asgari ücret neye göre belirlenmesi gerekir?

Bakınız;

Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) araştırmasına göre mayıs ayında dört kişilik ailenin açlık sınırı 10 bin 362 TL’ye, yoksulluk sınırı da 33 bin 752 TL’ye çıktı. Hükümet tarafı için söylüyorum:

Bunun gerçekliği tartışılabilir. Hükümet tarafı da bu verilere ilişkin alternatif getirmeli.

Türkiye’de çalışan nüfusun yarısından fazlası asgari ücret seviyesinde aylık alıyor.

Bu sürdürülebilir değil.

Zengin yoksul arasında makas da giderek açılıyor.

Yoksulluk sınırı ile açlık sınırı arasında gelir düzeyi olmayanlar sağlıklı yaşam sürdürmesi kolay değil.

Ya ek iş yapmak zorundalar ya da aileden birkaç bireyin de çalışması gerekiyor.

Asgari ücret konusuna dönersek; bekar bir çalışan için 2023 yılını kapsayan asgari ücret yüzde 54,26 oranında yapılan artış sonrası 8 bin 506 TL olmuştu.

Bunu 4 kişilik aile olarak hesap edersek yaklaşık 10 bin TL civarına gelir.

5 aylık enflasyon yüzde 15,26 oldu. Yapılacak olan zam artışı muhtemelen bunun üzerinde olacak.

Diyelim ki bekâr biri için 4 kişilik açlık sınırı üzerinde (10 bin 500 lira gibi) bir ücret belirlensin. Bu yeterli olacak mı?

Bu ancak bekâr biri için yeterli olabilir ama 3 kişilik 4 kişilik hatta 5 kişilik aileler var.

Git doğuya doğru 10 kişilik aileler var.

Hadi bunlara da (çocukların sayısına göre ortalama 4 kişilik aileyi baz alırsak) 12 bin TL civarında ücret verilsin. Yetecek mi?

“Haksızlık etmeyelim; bu ücret politikasının işverene maliyetini de düşünmek gerekiyor” 12 bin lira ücret belirlenen işçinin işverene maliyeti 16 bin lirayı geçiyor.

Burada asıl olan, çalışan çoğunluk nüfusun aleyhine gelişen gelir dağılımı adaletsizliğinin giderilmesidir.

 

Hükümet, işveren ve işçi kesimi olarak enflasyon gerçekleri dikkate alınarak üzerine refah payı da eklenerek bir ücret politikası belirlenmelidir.

Şunu da görmek lazım,

Enflasyon oranında verilen ücretler 1-2 ay sonra erimeye başlıyor.

Bu erimeyi durduracak ya önlemler alınacak ya da 3’er aylık periyotta ücretlerin yenilenmesi sağlanacak ki, işçilerin hak kaybı olmasın.

Yetkililer “Çalışanlar ve emeklileri enflasyona ezdirmeyeceğiz” demesine rağmen, enflasyon veya biraz üzerinde verilen artışın 1-2 ay sonra erimesiyle bu sözün önemi kayboluyor.

Bu açıklamanın yerine “Enflasyonu ezeceğiz” söylemi ile gereğinin yapılması çok daha gerçekçi olacaktır.

Esasen Türkiye’de ücret politikası tartışmalarının arkasında bulunan sorunların başında “cari açık” gelmektedir.

İthalat ve ihracat kaleminde denge (gelir-gider) sürekli gider aleyhine işliyor.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB)’nın açıkladığı Nisan ayı verilerine bakıldığında “Cari işlemler açığı” geçen yılın aynı ayına göre yüzde 112,4 artarak 5 milyar 404 milyon dolar oldu.

Üst üste cari açık verilen ay sayısı 18’e çıktı.

Yıllık cari açık da 57 milyar 806 milyon dolarla Temmuz 2012’den bu yana en yüksek düzeyine yükseldi.

Bunun anlamı şudur, ülkemizin gelir zenginliği azalıyor.

Kasa giderek açık veriyor.

Kasayı dolduran şirketler ekonomik olarak rahat olacak ki işçisi de rahat olsun.

Kasası açık veren bir iş yerinde çalışanların ücretlerini artırsan ne olur?

Ben söyleyeyim, maaşına zam, işine son!

Acı ama gerçek olan bu. Eğer hükümet yetkilileri yani ülkeyi yönetenler işçilerin ücret artışlarının bir kısmına sahip çıkarsa işveren de rahat nefes alacaktır.

Zaten mevcut halde işverene sağlanan asgari ücret desteği (şimdilik 400 TL) devam ediyor ve Haziran ayında bitiyor.

Bunun artırılması ve yılsonuna kadar sürmesi durumunda işveren de biraz rahatlamış olacaktır.

Sonuçta öyle ya da böyle tartışmalar olsa da, geçmiş dönemlerde olduğu gibi taraflar arasında sürdürülen bu görüşmeler de sonuçlanacak.

Esas olan ülkemizin refahı, huzuru ve gelişmişlik düzeyinin artırılması için sosyal barışın sağlanması ve gelir adaletsizliğinin giderilmesi için temel kalıcı çözümler üretilmelidir.

Yoksa bu tür tartışmalar, didişmeler, eylemler hep devam eder.

Asgari ücret için yapılan pazarlığın esası asgari (yani en az gelirle) geçim pazarlığıdır. İnsanca yaşamanın karşılığı, en az nasıl geçinirsin mi olmalı?

Açlık sınırı ile fakirlik sınırı limitleri ortada dururken artık “asgarî ücret” diye bir kavramı ortadan kaldırmanın zamanı gelmedi mi?