Deprem

Durum tespiti

Ülke olarak belki de Dünya’da çok ender yaşanan bir doğa olayı ile karşı karşıya kaldık. Güneydoğu Anadolu bölgesinde bulunan 11 ilimiz, ilçeleri ve köyleri 7.7 ve 7.6 şiddetinde olmak üzere dokuz saat arayla iki kez sallandı ve her şey yerle bir oldu.

 

Kırk binin üzerinde canımız enkaz altında kalarak öldü, yüz bine yakın yaralımız ve elli bini aşkın apartman tuzla buz oldu. 1999 Marmara depremini yaşamış ve o korkuyu, kaygıyı iliklerine kadar hissetmiş biri olarak, ilk yardımın ne olduğunu bildiğimizden neler yapabiliriz diyerek karınca kararınca, bir takım ihtiyaçları toplayarak, yetkili makamlara teslim ettik. Damdan düşenin halini ancak damdan düşen anlar misalinden hareketle, ülke olarak inanılmaz örgütlendik ve gerek Kızılay gerekse afat kanalıyla ve gerekse Ahbaplar örgütü ile yardımlar ulaştırılmaya çalışıldı.

 

Bu arada çeşitli STK’lar da önceden hazırlıklı olduklarından hemen harekete geçerek bölgeye ulaştı ve ilk yirmi dört saatte depremzedelerin imdadına yetiştiler. Keşke ilk etapta aynı hız ve aynı çalışma prensibini devletin kurumlarında da görseydik. Her ilimizden bölgeye intikal edilmesine rağmen ilgili kurumlar maalesef geç intikal ettiler. Hani nerde o “Kızılay”? Bir kaç saat içinde çadırlar kurulurdu anında sıcak aş dağıtılırdı. Yaraları sarmaya başlar bir kaç saat içinde Hilal armalı beyaz çadırlar kurulurdu ve sağlık güven ve asayiş sağlanırdı. İşi afad diye bir örgüte devretmişler. Görünen o ki ne aynı hız var ne tecrübe ne liyakat.

 

Dünya bu yaşadığımız deprem olayında yardıma koştu hani o can düşmanımız Yunanistan bile ama gözlerimiz kardeşlerimiz dediğimiz ümmet diye nitelediğimiz ülkeleri aradı ama maalesef ortalıkta ne sözde kardeşler ne ümmet ne de Arap devletleri yoktu. Yine başta Azerbaycan olmak üzere Türk devletleri vardı ve bu gün 13 gün hala buradalar ve dönmediler. Yardımlarından tutun da kurdukları çadırların nizam ve intizamına bakın olağan üstü iş çıkardılar. Kıyaslamak yanlış ama birde Afad’ın kurdukları çadırlara bakın! Reklam olsun diye yazmıyorum.

 

Karadeniz bölgesinde de Küçük bir ilçe olan Karasu’nun Esnaf ve Sanatkarlar Odası Başkanı olan Cihan Emre kardeşimiz, depremden çok kısa bir sürede olay yerine intikal etmişti bile.

Bu ilçede yaşayan biri olarak kendisine sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Ha keza Karasu Spor Kulübü’müz bütün camiasıyla öyle bir mücadele örneği ve dayanışma örneği sergiledi ki 24 saat bitmeden olay yerine 3 tırı dolu bir şekilde ulaştırdılar. Daha sonraki günlerde yaklaşık 20 tır dolusu yardımı ulaştırdılar. Yetmedi o bölgeden evleri yıkılmış insanları otobüslerle Karasuya getirip yerleştirdiler ve her türlü ihtiyaçlarını giderdiler. Ne demek istediğimi anlayan anlamıştır zaten.

 

Okuduğum bir yazıyı sizinle paylaşacağım, ülkemizdeki olanlar bitenler hakkın da iyi bir örnek teşkil edeceği için. Bizler birbirimizi yemekten, birbirimizi kırıp dökmekten, her işe siyaseti ve dini sokmaktan bir türlü kurtulamadığımızdan (ülkeyi yöneten siyasilerden ve muhalefetteki siyasetçileri kastediyorum) ne birbirimizi anlıyoruz ne dinliyoruz ne uzlaşıyoruz maalesef. Adamın biri şehre gelen popüler bir sanatçının konserinde yer bulmak amacıyla konserin yapılacağı alana sabah erkenden gelmiş, yakına bir yere oturabilmek amacıyla büyükçe bir yastık almış.

 

Sahneyi iyi görebileceği bir yere yastığını koymuş ve konserin saatini beklemeye başlamış. Adam biraz sonra yorgunluktan uykuya dalar, erkenden geldiği için rüyasında uzaktan uzağa müzik sesi duymaya başlar. Fakat uyandığın da konserin bitmiş olduğunu görür. Yastığını koltuğunun altına alır ve evine döner.

 

Gelelim işin öznesine;

Adam konsere gitmiş yani “yapma” fiilini yerine getirmiş ama konseri dinleyememiştir.

İşte bizim durumumuza ne kadar çok benziyor Farkında mısınız? Bizler o adama ne kadar çok benziyoruz? Nasıl mı?

 

Nasıl olacak,

Konsere gidiyoruz dinlemiyoruz, gitmek yetiyor. Eğitiliyoruz, öğrenmiyoruz, okula gitmek yetiyor. Konuşuyoruz, bir şey söyleyemiyoruz, gündemde olmak yetiyor.

Uyguluyoruz anlamaya çalışmıyoruz, Alışkanlıklara, takvime uymak yetiyor.

Soruyoruz, sorgulamıyoruz, aldığımız yanıtlar bize yetiyor.

 

“Fikir adamları” bilgiye göre kuram üretmek yerine inandıkları kuramlara göre bilgi üretiyor. Din adamlarımız kalkmışlar her işi gücü bırakmışlar depremzedelerden evlatlık alınırsa nikah düşer’i tartışıyor, çare üretmek yerine. Velhasıl kelam bizler de önümüze gerçek diye sunulan ne kadar yalan varsa inanıyoruz kabulleniyoruz.

 

Yaşıyoruz ama yaşamdan beslenmiyoruz. Hayatta olmak yetiyor ve ezcümle ülke yöneticileri ve insanları olarak hiç yaşanılmış acı olaydan ders almıyoruz, almayacağız da. İşte biz bu olaydaki gibi ülkenin insanları olarak konser daha başlamadan enerji kaybediyoruz yoruluyoruz ve konser boyunca uyumayı tercih ediyoruz.

 

Eğer, Dinlemek, algılamak, sezmek, anlamak, içselleştirmek, analiz edebilmek, bilmek demek ise; dinlemiyoruz. Dinlemiyoruz, beslenmiyoruz, öğrenmiyoruz, anlamıyoruz, değerlendirmiyoruz, sorgulamıyoruz, düşünmüyoruz, fikir üretmiyoruz. Birbirimize saygı duymuyoruz hatta hatta böyle afet dışında birbirimizi sevmiyoruz acı ama gerçek bu.

Biz ancak şunu iyi yapıyoruz. Kim dedi? Falanca. O dediyse doğrudur. “Muş” gibi yapıyoruz “mış” gibi yapıyoruz vesselam.

 

Ömer Hayyam demiş ki;

Bu uçsuz bucaksız dünya içinde, bil ki,

Mutlu yaşamak iki türlü insana vergi:

Biri, iyinin kötünün aslını bilir,

Öteki ne dünyayı bilir ne kendini.

Uyumak en iyisi!