Köşe Yazıları

Şakir Şen, “Karasu lisesi anılar”

Karasu ve Kocaali’nin öğrencilerinin tamamı Karasu Lisesine geliyordu. Başka lise yoktu. Yaklaşık 1000 öğrencimiz ve 50’den fazla öğretmenimiz vardı. OkulAumuz, ortaokul ve liseden oluşuyordu. Lisede Kimya dersine girerken ortaokullarda da Fen Bilgisi derslerine girmeye başladım.

Orta birinci sınıflardan birisinde ilk dersim, 40 öğrencilik dolu bir sınıf. Öğrenciler, ortaokullu olmanın keyfini yaşarken, ben de öğretmen olmanın heyecanı içerisindeyim.

Yoklama yaparken öğrencileri ayağa kaldırıyor, tanışmak ve tanımak için, şöyle bir süzüyorum. Yoklamanın yarısını geçmiştim ki! Ayağa kalkan öğrenciye sınıf gülmeye başladı; Hatta sınıfın tamamı bu gülmeye katılmıştı.

Erkek öğrenci, Karadeniz Bölgesi’nden köylerden birine göç ile gelen fakir bir ailenin çocuğu, üstü başı, kıyafeti, oldukça kötü, diğer öğrencilere pek uymuyor. Saçlar uzun ve çok karışık, özellikle karıştırılmış da öyle gelmiş gibi, Yüzü gözü, tarla bahçede çalışan cevval çiftçiyi andırıyor. Ceket ’in omuzları acemi bir elle ve eskinin yorgan iğneleri ile dikilmiş, iplikler görünüyor. Belli ki! Büyük birine ait ceket, çocuğa uydurulmaya çalışılmış.

Öğrencilerin gülmeleri arasında, şaşkın ve mahcup bir şekilde yerine oturdu. Gürbüz, sağlıklı bir görünümü vardı.

Çok hızlı bir şekilde yoklamayı bitirdim. Bu çocuğun durumunu kurtarmalıydım. Sınıf öğrencileri güldüğünde, duymazdan gelmiş, başka bir öğrencinin adını okuyarak konuyu kapatmıştım. Ne yapabilirdim ki! Bu çocuk kendisine gelebilirdi.

Gülmelerle ezilmiş, oturduğu sırasında, yüzünü elleri ile kapamış ve olabildiğince öne eğilerek, görünmez hale gelmişti.

İlkokul bilgileri içerisinde muhtemelen öğretilmiş sorular sorarak, öğrencilerin parmak kaldırmalarını sağladım. Parmaklar havada uçuşurken, önüne kapanan öğrencim de yavaş yavaş doğrulmaya başladı. Bütün amacım, kılık kıyafeti nedeniyle ezilen öğrencimin durumunu kurtarmaktı. O da parmak kaldırmaya başlamıştı. Hemen söz verdim. Doğru cevapladı. Aferin! Diyerek ödüllendirdim. İkinci defa parmak kaldırmasını bekliyordum. Bir süre sonra tekrar parmak kaldırdığında yine söz verdim. Bu çocuk akıllı, iyi bir öğrenci olacak. Senden adam olacak. Dedikten sonra soru cevap yapmaya devam ettim. Durumu tamamen kurtardığımı düşünmüyordum. Bir defa daha ayağa kalkması için kolay sorular soruyor, bir daha parmak kaldırmasını bekliyordum. Öyle de oldu. Doğru cevabı vermesinden sonra, aferin! Demiştim size, bu çocuk adam olacak, çok güzel konuşuyor, iyi cevaplar veriyor.

Ayağa ilk kaldırdığımda da bazı kıkırdamalar ve gülmeler olmuştu; Duymamayı ve görmemeyi tercih ettim. İkinci ve üçüncü defa söz verdiğimde ise arkadaşları ona imrenerek bakıyorlardı.

Teneffüs olduğunda yanıma çağırdım. Güzel bir şekilde sohbet ettim. Saçları ile ilgilenecek bir ortamdan gelmediği kesindi. Saçlarını hep kestirirse, düzeltme derdi de olmayacaktı. Kestirmesini tavsiye ettim. Başka eski ceketinin olup olmadığını sorguladım. “Var” demesine çok sevindim. Bu ceketi giyme, sen o eski ceketini giy diyerek, onu da aradan çıkardım. Okula gelmeden önce ve terlediğinde, elini yüzünü güzelce yıkamasını tavsiye ettim.

Bir sonraki dersimde pırıl-pırıl bir öğrenci ile karşılaştım. Dediklerime tamamen uymuş, kabak kafası ile yakışıklı bir delikanlı olarak duruyor, gözlerinin içi parlıyordu.

Sorun tamamen çözülmüştü. Yıl içerisinde daha çok çalışması için tavsiyelerim oldu. Başarılı bir öğrenci olarak da sınıfını geçti.

Ortaokulu bitirince ailesi onu meslek lisesine kaydettirmiş. Sanayi çarşısında iş görmeye çalışıyordum. Bu eleman senin işini görür dediler. Karşımda, askerin esas duruşuna benzer, çivi gibi duran, üstelik ayakları da yapışık, tam bir delikanlı vardı. Duruşunun dikkatimi çekmesi, tanımamı kolaylaştırdı. Rahat olmasını söyledim. Dili çok konuşmasa da her hali ile “Ben sizi çok seven öğrenciniz” Y.Ç. diyordu.