Köşe Yazıları

Oyunla oynaştayız şair ne yapsın

Oyunla oynaştayız şair ne yapsın

Bu konunun uzaktan yakından siyasetle ve siyaset yapmakla nokta kadar ilgisi yok.

Değerli okuyucular bu yazıyı bir özeleştiri ve ders çıkarmış bir insanın değerlendirmesi olarak görün.

Çünkü yaşımız buna uygun çok gördük çok şahit olduk, bu günlerde kimilerinin o kadarda olmaz diye düşündükleri neler varsa, bizler yaşadık yaşadık…

O yüzden bu yazı da bahse konu olan her şey gerçektir. Biz Türk toplumu olarak bu gün olduğu gibi geçmişte de hiç kendimiz olamamışız. Tarihler boyunca hep iki arada bir derede kalmışız. Tabi on bin yıl önceyi kastetmiyorum.

O yüzden diyorum ki ne camiye yaranabilmişiz ne kiliseye ne sinagoga. Günümüzde de tıpa tıp aynı.

Bir elimiz de tespih çekerken ağzımız da gavur cigarası ile poz veriyoruz sağa sola, el alemin şeyi ile böbürlenerek bizim diye…

Rahmetli Atatürk kılık kıyafet devrimi yapmış, dil devrimi yapmış, bir süre sonra ne oluyor yahu özümüze mi dönüyoruz diye bir kısmımız sevinmiş ama daha üzerinden yüz yıl geçmeden hayallerimiz kuşa döndürülmüş, Arap sevici siyasal İslamcılar tarafından.

Hep diyorum dışımız laik ama beynimizin içinde kırk tane tilki var ve tilkilerin kuyrukları inanın birbirine değmiyor bile.

Cumhuriyet rejimin de tam demokrasiye geçiş yapıldıktan sonra keşke yunan kazansaydı diyenler birden bire gizlendikleri yerlerden çıkmaya başlamışlar, uzantıları günümüze kadar geldi.

Çocukluğumuz ve gençliğimiz de, bizler Amerikan mecmuaları okuyorduk, çizgi romanlar da tommiksi, teksası, zagoru kendimize idol yapıyorduk ve işte ta o günlerde kendi kültürümüzden uzaklaşmaya başlamıştık, ne yazık ki çok geç fark ettik o büyük hatayı.

Bir kesimimiz, komünizmi, sosyal ve eşit paylaşımcılığı savundu fakat kapitalizmin tam kucağına oturmuş olduklarını bu toplum gördü. O devrimciler her bir köşe başlarını kaptılar, medyada ve holdinglerde. Ülkücülerimiz ise yıllarca hapis yattıktan sonra çıktıklarında sahipsizlikten ve işsizlikten çek-senet mafyacılığı oynamaya başlamışlardı…

Velhasıl bir güç kardeşi kardeşe kırdırmış ve işi bittiği için kenara çekilmişti. Ondan sonra zaten ne sağcılarımız sağcı ne solcularımız solcu olabildi…

Sizlere masal gibi gelebilir, bir ara yetmişli yılların başına doğru, sağlam solcular sağlam ülkücüler vardı ama 12 Eylül askeri darbesi silindir gibi geçti üzerlerinden…

Sistemsel ve ABD’nin senaryosunu yazdığı siyasal İslam’ın önü açılmıştı bir anda ve onlarda yürüyüp gittiler, çoğaldılar ve iktidar oldular.

Kapitalizm yeşil sermayeye dönüşmüştü ülkemizde. Tarikatların cemaatlerin önü açılmıştı. Din tacirleri çoğalmış ve inançlı Türk milletinin saf’ lığından yararlanmışlar onları kandırıp yaptıkları yardımlardan, koca koca malikaneler, milyon dolarlık arabalar ve servetler edinmişlerdi…

Atatürk’ün kurduğu diyanet bile onların önünü açmış ve yanlış öğretilerine göz yummaya başlamışlardı, işlerine geldiğin de demokrasi kılıfına sığındıkları için.

O yüzden diyanet ile tarikat ve cemaatlerin arasında kalan gerçek inanç sahipleri ucube bir şeye dönüşmüştük artık.

Zaten okumayı hiç sevmeyen bir toplumduk, iş lafa gelince çok okuduğumuz palavralarıyla entelektüel kimliklere büründük.

Ne solcular türkülerinin ezgisini tutturabildiler, nede bıyıklarımızı aşağı bırakmakla ülkücü olabildik bizler, siyasal İslamcılara Allah yürü kulum demişti bir kere onlarda fırsatı sonsuzca değerlendirdiler…

İşin acı tarafı bu süreçte Türkleşelim (Türk-İslam) sentezciliği derken, gün gün Milliyetimizi Araplaştırdık, sentezden Türklük çıkarıldı geriye kalan sıfatla, inandığımız dinimizin öğretilerini arapça okuduk, Ayetleri anlamadık, hadis hadis hadis diyerek ve onları kutsallaştırıp, ayetlerin üzerine koyduk…

Dünyada bizden başka anlamadığı bir dilde dua eden başka bir millet var mı bilmiyorum…

Aslın da millet miyiz? Ya da olabildik mi onu da sorgulamak gerekir. Çünkü ortak paydalarımız yozlaşmaya yüz tutmuş durumda ve bizler birlik beraberlik kardeşlik için koskoca okyanusta kürek çekiyoruz. Boşa demeyeceğim ama umudumuzu giderek yitiriyoruz çünkü kara görünmüyor bir türlü.

Bu sırada neler neler oldu, neler kaçırdık neler…

Mesela teknoloji çağına yetişemedik, bırakın matbaayı tartışmayı falan, bilgisayarın tuşuna da, elli yaşımız da bastık. Adamlar cep telefonu ürettiler bizler o cep telefonlarını tabanca gibi kemerlerimize taktık, Onlar uzaya insan taşıyorlar, bizler üvey evlada nikah düşermiyi, altı yaşında kız çocuklarıyla evlenilir diye fetva veren cahillerle uğraşıp duruyoruz.

Bizler çok yanılmıştık çok…

Toprak ağalarını demokrat, kapitalistleri yatırımcı sandık, en büyük yalanı söyleyene daha çok inandık, camide iken ‘uydum imama’ diyerek Yüce Tanrı’nın emirlerine uymadık. Aklı bilimi terk ettik…

Laikliğin ne demek olduğunu ve kıymetini hala anlamadık hala anlamadık…

Biz daha neleri anlamadık neleri…

Dinimizin ilk emri oku’ydu ama bizler okumanın, eğitimin bizleri ve gelecek nesillerimizi kurtaracağını anlamadık. Hz Ali ilim Çin de ise gidin demişti fakat biz bırakın Çin’i mini bayramlarda sılaya gidecek yol parasını biriktiremedik…

Geçmişte iz bırakan bir siyasetçimiz ‘benim memurum işini’ bilir dedikten sonra her türlü para kazanma yolları yerden ot biter gibi türedi. Ama bizler Türk töresinden ve Kuran’ı Kerim’in ayetlerinden ‘çalmayın kul hakkı yemeyin, komşunuzu gözetin’ Türkçe açıklamasını okuyup kendimize ilke edindiğimiz için hep ucu ucuna geçindik.

Oysa Kuran’ın Türkçe açıklamasını okumayanlar anlamadıkları için, emek vermeden para kazanmayı benimsediler, o yüzden toplum olarak boy boy bankerlerimiz, müteahhitlerimiz, on yerden maaş alan bürokratlarımız, çadır satan kurumlarımız daha neleri neleri gördük.

Anayasa yaptık, bir kaç kere uyulmasa dünyamı yıkılır dedik, kanunlar çıkardık, yasaklar delinmek için diyerek kılıf uydurduk, her ile üniversite açtık, liyakatsiz dekanlar öğretim görevlileri atadık, ehliyeti liyakati madara ettik, kutsal ayetlerle dalga geçenleri büyükelçi olarak atadık, milli güreşçiyi bankaya yönetici, TÜBİTAK gibi bir bilimsel kuruluşa hayvanat bahçesi müdürünü başkan olarak atadık…

Velhasıl okul yaptık, eğitim öğretim yapamadık, o çok çok övündüğümüz yolları yaptık en küçük bir selde deprem de çöktü, köprüler yaptık ama araba almaya gücümüz yetmediği için geçemedik, fakat parasını vatandaş olarak bizler ödedik yine…

Özelleştirme uğruna Devletin devasa kurumlarını, limanlarını, barajlarını, fabrikalarını yabancılara sattık, devletin malı deniz yemeyen k… diyerek örfümüzü inancımızı kültürümüzü ayaklar altına aldık…

Dilim varmıyor demeye ama yine de yazacağım, hani Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk söylemişti ya; Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki, asil kanda mevcuttur diye…

İşte o asil kanın taşıyıcıları şu aralar ölüm uykusuna yatmışlar ve kılları kıpırdamıyor maalesef…

Uyanmanın zamanı geçti geçiyor artık ve bizler çok geç kaldık çok…

Kendimizi kurtaracak birilerini arıyoruz aciz bir şekilde…

Oysa her bir Türk milliyetçisi birer Atatürk’tü ama bizler çoktan bu duyguyu kaybettik. Şimdiler de oyunla oynaştayız…

Cehaletin ve cahillerin gönlünü eğlendiriyoruz…

Yüce Tanrı aklını kullanmayana nasıl akıl fikir versin ki? Hiç çaba göstermiyoruz ki. Bırakın çaba göstermeyi kılımızı bile kıpırdatmıyoruz ve şeyin treni seyretmesi gibi seyrediyoruz maalesef.

Haksız olmadığım bir gün anlaşılacak amma…

İşte o aması var üzgün olmam hiç bir şeyi değiştirmiyor çünkü…

Hayırlı Ramazanlar Sağlıcakla kalın selam ve dua ile.