Küçük Karasu’daki tahribat
Geçtiğimiz Çarşamba sabahı telefonum çaldı. Kimin aradığını söylemeden aktarayım. “Burada mezar taşlarımız Karasu Belediyesi’ne ait araçlar ile alınmak isteniyor. Vatandaşlar gergin” dedi. Telefonu kapadım. İl Kültür Turizm Müdürü Süleyman Acar beyefendiyi aradım. Net bilgi verip veremeyeceklerini sordum. Kendisi de Osmanlı dönemine ait kültür mirasına sahip çıkmak adına mezarlıklardaki tarihi değeri olabilecek taşları muhafaza altına alma gayreti içinde olduklarını, Küçük Karasu’daki mezarlıktaki taşların da bu amaçla muhafaza altına alınmak istendiğini söyledi.
Öncelikle Karasu Belediyesi’nin konuyla ne alakası olduğunu sorduk. Müdürlük olarak kendilerinden ekipman istediklerini onun dışında bir alakası olmadığını söyledi.
Neticede mahalle halkının istemediği bir şey yapmayacaklarını ve taşların geri bırakılması talimatını vereceklerini söyledi.
Olay kısa süreli de olsa bu şekilde sona erdi ama etkisi halen devam ediyor.
Taşların sökülürken ve yerine bırakılırken özenli davranılmadığını söyleyen mahalleli konuyu tartışmaya devam ediyor.
Bir yandan Sakarya Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü’nün konunun neresinde olduğunu sorup Büyükşehir’e eleştiride bulunanlar da var.
Konunun tam içeriği şu şekilde:
Mahalledeki tarihi değeri olabilecek taşlar tespit edilmiş. Bunların korunması gerektiğine ilişkin karar alınmış. Alınan bu karar uyarınca taşların müzeye taşınması kararlaştırılmış.
Buraya kadar kimse bir şey demiyor. Ama tüm bunlar yapılırken birkaç detay es geçilmiş.
Birincisi Büyükşehir Belediyesi’ne konu ile ilgili haber verilmemiş, görüş sorulmamış.
Büyükşehir yasası ile tüm mezarlıklar büyükşehir belediyelerine geçmiş olmasına karşın bu konuda bir iletişim sorunu olmuş. Zira bu taşların toplanması noktasında valilik kararı var. Valilik de büyükşehrin üstünde bir makam. Onun için emir demiri keser mantığı işletilmiş.
İkinci ve daha önemli konu: vatandaş ile iletişim kurulmamış. Bu taşların neden alınması gerektiği, alındıktan sonra nasıl muhafaza edileceği ve vatandaşın mezarlarının kaybolmaması adına ne yapılacağı mahalle halkına anlatılmamış.
Böyle olsaydı daha az sorun çıkardı.
Şimdi ne olacak?
Şimdi artık o taşların tarihi değeri olabileceği ortaya çıktı. Bu da define avcıları ve tarihi eser kaçakçılarının ilgisini çekebilecektir. Dolayısıyla taşların bir an önce koruma altına alınması artık bir zorunluluk haline geldi.
Bunun için de iki ihtimal var. Birincisi mahalle halkından destek alınarak bu taşların korunmasını sağlamak, ki bu çok zor!
İkincisi ise mahalle halkına sağlıklı bilgi aktarıp, alınan mezar taşlarının yerine yeni mezar yapıları inşa etme karşılığında tarihi değeri olabilecek taşların müzeye taşınması.
Aslında mahalle halkına sağlıklı bilgi aktarımı olsa bu kadar büyütülecek bir konu da yok.
O FİRMA HAKKINDA SORUŞTURMA
Türkiye’de fındık alan iki temel kurum var. Birincisi devlet ikincisi İtalyan firması, Ferrero. Devlet bir taban fiyat açıklaması yapıyor. İtalyan firması başka bir şey açıklıyor. Aslında taban fiyat demek “bunun altında alım yapılamaz” demek.
Devlet piyasadaki rekabeti dengelemek adına bazen taban bazen tavan fiyat açıklar. Herkes de bu fiyatları baz alarak iş ve ticaret yapmak zorundadır.
Serbest piyasa var gerekçesi ile kendi kafanıza göre işlem yapamazsınız. Ülke içinde ticaret dengesini korumak ve sağlıklı şekilde işletmek devletin iradesi altındadır.
Ben yarından itibaren 10 kuruşa gazete satamam mesela. Bir taban fiyat vardır. Satarsam ne olur? Diğer gazetelerin batmasına ihtimal oluşturulur. Piyasayı ele geçirdikten ve diğer gazete sahiplerinin başka işlere yönelmesini sağladıktan sonra istediğim fiyata ve istediğim fikri yaymak için gazeteyi kullanabilirim.
Pirinç sektöründe bu yaşandı. İthal pirinç Türkiye’de bedavaya yakın bir fiyata satıldı. Sonunda pirinç üreticisi başka işlere yönelmek durumunda kaldı ve piyasayı eline alan ithal pirinç ülkeyi dışa bağımlı hale getirdi.
Şimdi benzer durum fındık için geçerli olmaya başladı. İtalyan firması devletin verdiği fiyattan daha belirleyici duruma geldi.
Soruşturmanın nasıl sonuçlanacağını ve etkilerinin ne olacağını önceden kestirmek mümkün değil. Ancak eğer bir işleyiş varsa bunun sağlıklı şekilde olması, çiftçinin ve özellikle devletin geleceği güvence altına alınmalı.
ÖFKE KONTROLÜ VE İLETİŞİM SORUNU
İnsanlar arasında yaşanan tüm kavga ve çatışmaların temelinde aslında kendini doğru ifade edememe geliyor. O nedenle “İnsan en az bir dili doğru konuşup yazabilmeli” diyoruz.
Kendini doğru ifade edip, beklentileri ve beklenti gerekçelerini doğru açıklayan insanlar çok az şiddete maruz kalıyor veya çok az başvuruyor.
Çok yakınımdaki insanların çok küçük meselelerden birbirine buğzettiklerini görüyorum. Bazılarını doğru ifade edip arayı bulabiliyorum. Ama bazılarını çok geç öğreniyorum ve iş işten geçmiş oluyor.
Pazartesi günü çok sevdiğim bir ağabeyin bir başkasına silah attığını duydum. Çok üzüldüm. Aslında insan hayatı açısından çok da önemli olmayacak bir mesele vurgunluğa kadar gitmiş.
Gün içinde her birimizin gergin olduğu, yanlış anladığı veya kendini yanlış ifade ettiği oluyor. Ama ne olursa olsun bu bir şiddet eylemine varmamalı hele vurguna hiç gitmemeli.
İyi tanıdığım bir ağabey bu şekilde bir durumla karşılaşmış. Sonrasında silahına davranıp karşısındakine vermiş ve “Vur beni” diye bağırmış. “Ben seni vurup başım belaya gireceğine sen beni vur senin hayatın mahvolsun” demiş. Karşıdaki kişi de durumun ciddiyetini anlamış ve olay tatsızlık olmadan hallolmuş.
Şiddet kimin haklı olduğunu değil kimin fiziken güçsüz olduğunu tespit eder. Onun için şiddete varması muhtemel konularda daha aklı selim davranmak zorundayız. Yoksa küçücük sorunlar çok büyük problemler haline dönüşebilir.