KarasuKöşe YazılarıSakarya

TOPLUMSAL KAOS

Gün geçmiyor televizyon haberlerinde, gazete sayfalarında gasp, tecavüz, soygun haberleri eksik olmasın. Toplum adeta çıldırmış, kaos halini yaşıyor. Kuralsızlık her alanda egemen hale gelmiş. İnsanlarımız sivil itaatsizliği tek kural olarak benimser olmuşlar. Her alanda haklının değil, güçlünün ve en çok cazgırlık yapanın sözü dinlenir olmuş.
Dün insanlarımızı sol- sağ, Alevi–Sünni diye birbirinden ayırıp, sokaklarımızın kan gölüne çeviren güçler, bugün taktik değiştirerek ülkemizin bir bölgesinden başka bölgelerine kapkaççı, gaspçı transferleri yaparak insanlarımızı bugününden ve yarınından kaygı duyar hale getirmeyi başarıyorlar.
Büyük şehirlerimizi, bu şehirlerimizin cadde ve sokaklarını gözlerimizin önüne getirelim. Bundan on–on beş sene önce rahatça gasp, kapkaç kaygısı olmadan gezebildiğimiz sokaklarda, bugün elinizdeki çantayı sıkıca tutup sağınıza, solunuza tedirgin gözlerle bakarak gezmek zorunda kalıyorsunuz.
Bırakalım büyük kentlerimizi, herhangi bir ilimizde, ilçemizde dahi hırsızlık gasp sıradan olaylar haline geldi. Polisiye tedbirler artık bu olaylarda yetersiz kalıyor. Ceza ve ceza muhakemeleri hukukumuz bu olaylarda caydırıcılığını kaybetti.
Omzundaki çantayı kapkaççıya kaptırıp metrelerce yerde sürüklenen bir bayan, hastaneden çıkmadan kendisine bu hale getiren kapkaççı, hapisten çıkar oldu. İstanbul’da görev aşkıyla yanıp tutuşan bir öğretmeni, önce tecavüz edip daha sonra onlarca bıçak darbesiyle öldüren, annesini de yaralayan tinerci gençlerden en fazla hapiste yatan 7 yıl yattı. Yargılamayı yapan hâkim bile “Benimde içime sinmiyor. Ancak yapılacak hiçbir şey yok.” demektedir.
Önce ülkemizin bazı bölgeleri karıştı. Bu bölgelerdeki problemin adına ne dersek diyelim. Ya da bu bölgelerde diğer bölgelerimizden ayrı, farklı bir problem var mı, onu da tartışalım.  Bu bölgelerimizde kırk yıl öncesi rahatlıkla gezip tozarken, istediğimiz evin kapısını rahatlıkla çalarken ne olduysa oldu; birden gidilmesi, gelinmesi can ve mal emniyeti açısından tehlikeli bir hal aldı.
Bazı bölgelerimizdeki karışıklık, düzensizlik ve güven içinde olmama, daima tedirginlik duyma hali, ülkemizin geneline yayılıyor. Birilerinin malında ve canında başka birilerinin sürekli gözü var. Herkes aç birer hayvan gibi birbirlerini kolluyor. Bu hal nere kadar gider? Bu durum ne kadar sürer?
Haram ve helal kavramları unutulmuş. Din ve sosyal değerler erozyona uğramış. Toplumda insanlar arası birliktelikleri sağlayan değer yargıları sarsılmış bir toplum, ne kadar yaşar? Yaşasa dahi ne kadar güçlü olur?
Tarihimizden bir anekdot anlatarak nereden nereye geldiğimizi anlamaya çalışalım:
Fatih Sultan Mehmet Han devrinde bir Müslüman yıllık zekatını vermek için fakir birini arar ama bulamaz. Bunun üzerine zekatının tutarını bir keseye koyarak Cağaloğlu’ndaki bir ağaca asar. Üzerine de “Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimde zekatımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al.” Ve bu kese üç ay o ağaçta asılı kalır.
Zamanımızda bırakın kesenin ağacın dalında üç ay kalmasını, insanlar çelik kasalarında bile güvende bir şey bırakamıyorlar. İnsanlar neredeyse birbirlerinin gözünü oyacaklar.
Freud’un psikolojisiyle insanlarımız adeta süper egosu (toplumsal değer yargıları vb.) olmayan, sadece “id” inin (alt ben) güdüsüyle hareket eden canlılar haline geldiler.
İnsanları, birbirine güvenmeyen, hep diken üstünde yaşayan bir toplum güçlü olabilir mi? böyle bir toplum uluslararası arenada kader tayin edici olabilir mi?
Düşünmemiz gereken biz bu hale nasıl geldik? Birbirimize güvenmeyi, saygı duymayı ne zaman öğreneceğiz?