Burak Yılmaz ve timsah gözyaşları
Dünya futbolunu eski sporcular yönetirken, bizim ülke futbolunu inşaat sektöründekiler yönetiyor acı ama gerçek…
Ve bu gerçek karşısında milli takımımızın dünya kupasına gidememesine üzülüyoruz millet olarak. Yahu iyide işin duygusal boyutunu, yerlilik millilik konusunu şöyle bir tarafa bırakıp azıcık tüm olanları bitenleri şöyle bir düşünün derim. Ondan sonra üzülmek mi lazım yoksa üzerinde enine boyuna düşünmek mi lazım bir karar veririz diye düşünüyorum.
Çok uzağa gitmeyelim sadece iki üç yıl öncesine kadar gidelim ve sayın “tüpçü” ve sayın “müteahhit” TFF başkanlarının dönemlerini bir hatırlayalım sadece.
Yabancı oyuncunun serbestisinin mimarı kimlerdi? Ya da futbol şubesinin başına mobilya sektörünün öncülerinden olan iş adamını getirip ona tüm yetkiyi vererek milli takımdaki oyuncu seçme, araştırma, inceleme departmanının başına kim oturttu?
Kendi kulüp başkanlığı dönemlerinde kendi kulübünü finansal olarak batırtıp daha sonra milli takımı finansal departmanın başına oturan kimdi sahi?
Biz gerçekten çok unutkan bir milletmişiz burası kesin. Öyle ki çoğu zaman gerçekleri görmemek adına millet olarak başımızı kuma gömdüğümüz kesinleşti artık. Öylesine kesinleşti ki bu konuda Nobel ödülü konsa inanın banko ve uzak ara o ödülü biz kazanırız o derece yani.
İki yıllık TFF başkanın icraatlarını ise uzun uzun yazmaya gerek yok. Zaten çoğunuz biliyorsunuz bilmeyenleri de yaza yaza ben usandırdım bundan eminim. Sadece iki örnek vereceğim. Futbolun başına bir Alman sevdalısı çifte vatandaşlık pasaportu olan birini oturttu, yetmedi tüm yetkiyi tek başına ona verdi ve o kardeşimiz de “mal bulmuş mağrip” misali ne oldum delisi oldu ve Almanların ikinci, üçüncü sınıf teknik adamlarını getirip Türk futbolunun başına oturttu. Bu eylemine de sistem olarak değişim – dönüşüm diyerek işi alladı, pulladı ve Türk halkına sundu.
Yetmedi tam köprünün ortasına gelmişken tuttu Mili Takımın hocasını değiştirtti, yetmedi 13 tane tecrübeli ve uluslararası klasmana sahip hakem arkadaşlarımızı henüz sezonun ortasında iken “ben yaptım oldu” türünden bir uygulama ile üst klasmanda görev vermeyeceklerini açıkladı ve adına devrim diyerek işi sulandırdı.
Bunun adı devrim mi yoksa eski tabirle Türk futbolunda yapılan “ihtilal” mi bilemiyorum ama “ağanın şeyinin … yani sözünün üstüne söz olmaz” benzetmesinden hareketle ortalığı harabeye çevirdiler. Ve şimdilerde uluslararası hakem kurulunun baskılarıyla karşı karşıya kaldılar bocalayıp duruyorlar. Bu karardan geri adım atmak için formül üstüne formül bulmaya çalışıyorlar…
Ben tam bu yazıyı gazeteye göndereceğim esnada haber internete düştü ve Allah’tan tahkim kurulu imdatlarına yetişti ve 7’ye 2 kararıyla TFF’nin ve MHK’nın bu almış olduğu hukuksuz kararı bozdu.
İşte bu hukuksuzluk ve iş bilmezlik Türk futbolunu nereden nereye getirdi…
Ve tabi ki netice olarak milli takımımız dünya kupasına gitmek için tek maçlık Play-Off müsabakasında Portekiz’e 3-2 yenilerek elendi. Portekiz’i yenemez miydik? Yenerdik elbette. Fakat rakibi gözümüzde çok büyüttük. Daha doğrusu Ronaldo’yu…
Öylesine büyüttük ve abarttık ki kalecimiz Uğurcan’ın onu gördüğü zaman hayran hayran bakışları ve tabi ki endişesi gözümüzden kaçmadı. Şaka maka değil o haklı olarak yere göğe sığdıramadığımız kalecimiz Uğurcan’ın bacakları titriyordu o andan itibaren. Allah’tan bu Ronaldo denilen oyuncu çok kötü günündeydi de ucuz atlattık…
Ve nihayetinde son yılların en büyük sürprizinin yaşandığı gecede Kuzey Makedonya son Avrupa Şampiyonu İtalya’yı yendi eğer yıllardır kral dediğimiz Burak Yılmaz penaltıyı atsaydı 20 yıllık dünya kupası hasretine son vermek için İtalya yerine Kuzey Makedonya ile final maçına çıkabilirdik… Ben şahsen bu oyuncumuza teşekkür ediyorum. Yoksa bu kadro seçimini yapanlar elinde bastonla dolaşsa bile bu oyuncumuzu yine kadroya alırlardı. Yoksa diyorum çünkü Burak Yılmaz penaltıyı kaçırarak kendinin milli takımdaki serüvenine yine kendi son vermek zorunda kaldı.
Haaa gelelim gözyaşları ile yaptığı “milli takımı” bıraktım açıklamasına…
Valla ben bu güne kadar milli takıma katkıda bulunduğu ve karşılığını BİN MİSLİ almasına rağmen yine de sağ olsun diyorum ama o gözyaşları bana hiç inandırıcı gelmedi ne yalan söyleyeyim.
Selam ve dua ile…