Köşe Yazıları

Züğürt tesellisi

Züğürt tesellisi

Geçen haftaki köşe yazımla ilişkilendirerek başlıyorum yazıma. Umarım o sorduğum Ülkeyi bulmuşsunuzdur.
Okuyacaklarınız yine o sistemsizlik, plansızlık, programsızlık, liyakatsizlik, adaletsizlik ve yanlış tercihlerle ilgili.
Siyasi parti liderleri meramını anlatmaya başladığında ve süper lig başkanları yöneticileri başta olmak üzere, diğer kulüplerde dahil olmak kaydı ile, hemen hemen her maç sonucunda müsabakayı farklı kazansa dahi şunu dillendirirler, mikrofon uzatıldığında kendilerine.
“Bizi iktidar etmek istemiyorlar, iktidardan al alaşağı etmek istiyorlar, hakkımızı yiyorlar, bizi şampiyon yapmak istemiyorlar, engellemeye çalışıyorlar, dış güçler iç güçler, MHK, TFF” falan falan diye uzayıp gidiyor.
Hiç kimse iğneyi kendine batırmıyor…
Siyasetçinin partisi iktidarda, diğer kulüp başkanının takımı lider durumda, diğer kulüp yöneticisinin takımı on dakika önce oynadığı maçı kazandığı halde, yukarıdaki yakınmalar ve ithamlar ağza alınmayacak kuru kuru ithamlar içi boş galiz sözler sarf ediyorlar.
Peki, sonra ne mi oluyor?
Ne olacak canım hiç bir şey!
Elde ettikleri hakları neticeleri sonuçları bir türlü kabullenmiyorlar yahut “biz başaramadık, özür dileriz” yapabilecekler gelsin yerimize ve onlar düzeltsinler demiyorlar. diyemiyorlar, kabullenemiyorlar, zorlarına gidiyor vs…
Sadece birilerini, kurumları ne bileyim ağaçları kuşları, yağın karı yağmuru…
Suçluyorlar suçluyorlar suçluyorlar…
Plansız programsız öngörüsüz şekilde yapılan işlerin, elde edilecek sonuçları saman alevi gibidir bir süreliğine parlar ve söner…
Hangi alanda olursa olsun ayağı yere basmayan temelsiz ve eğreti şekilde uygulanan ve kalıcı olması beklenmeyen hiç bir işten istenilen verim alınamaz alınamamıştır da.
Ülkemizde bu durum hep şu atasözü ile eşleştirilir “hesapsız kasabın elinde kalır masat” diye.
Spor camiasında bu atasözünü önemsemeyip kulak arkası edenler hep tarihin tozlu raflarına doğru yolculuk yapmışlardır.
Bu durum hala ve hala devam etmektedir, yaşanmış onlarca örnek varken. Şöyle futbol tarihimize bir bakın geçmiş sayfaları bir karıştırın mutlaka görürsünüz bu kulüpleri. Avrupa’da da görürsünüz dünyada da, ama bizdekileri onlara da olanlarla on kat fazlasıyla çarpın…
İşin tuhafı ise şu?
Bizde bu durumun böyle olduğunu herkes bilir ancak hiç kimse taşın altına elini sokmaz çözüm noktasında.
Ama çok azda olsa tam tersi örnek kulüplerimiz de vardır. Altınordu gibi. Belki iki belki üç hadi dört olsun canım, ötesi yok işte…
Biz okumayı çokta seven bir toplum olmadığımız için, sözü fazla uzatmadan bir kaç cümle ile meramımı anlatayım. Tabi okumayı sevenlere.
Bizim ülkemizde, denenmişi deneyerek, yalancı baharlara kanıp, var olanı bir daha deneyip, yine başa dönüp, hata yapmaya hem çok alışığız hem çok kanıksamış durumdayız.
Hiç aklımıza gelmez gelse de bir önem arz etmez bir durumdur bu uygulama şeklimiz.
Daha önce denediğimiz nokta kadar faydasını ve getirisini görmediğimiz, öngörüsüz olarak aynı yapıyla, aynı düşünceyle, aynı kişilerle acaba deyip, gerekli tedbirleri almadan devam etmek, onlarla yol yürümek, ülkeyi, partiyi, kulübü, takımı yönetsin diye iş başına getirmek nasıl bir düşünce tarzıdır anlamakta zorlanıyorum.

Tüm yaşanmışlıklara rağmen onca tecrübe edilmişlikler gözler önünde iken, nasıl olurda, aynı sistemden, aynı işleyişten, aynı kadrolardan farklı sonuçları almak nasıl beklenir ki?
Neden o süreç işlerken, asıl sorunların üstüne gidilmez?
Sorgulanmaz, etrafından dolanarak problemler başkalarını suçlamakta (kişiler kurumlar, medya vs) yerlerde aranır ve değişik varyasyonlar!
Yapılarak yola devam edilir.
Taki ne zamana kadar?
Artık cana tak der ve istenilen sonuca, bilmem kaçıncı kez hedefe varılmayınca, neşteri vurmaya çalışarak virüsler sökülüp atılmaya kalkılır.
Neden en başta seçilecek yol olan aklın yolu en son uygulanmaya çalışılır?
Çok geç kalınmışlığı bilinerek?
Mazeretimiz hazırdır öğrenmenin yaşı yoktur deriz, zemini anca oluştu diye kendimize bahane uydururuz, anca kılıf hazırladık diye de kendimizle dalga geçeriz.
Yani kendimize “züğürt tesellisi veririz…
Ve maddi manevi kayba ve zamana rağmen yok yok deyip, aynı var olan durumla yine birçok deneyim kazanmaya devam ederiz, bunun adına da tecrübe deriz ve “yanıltıldık kandırıldık Allah bizi affetsin” diye de kendimize haklı bir statü kazandırmaya çalışırız.
Fakat olan olmuştur gecen zaman zarfında, emek, para, idealler, heba olup gider vesselam…
Belki bu durum yönetenlere, ekonomik, sosyal, psikolojik, dokunmadığı zannedilip bir tırnağın zedelenmişi gibi geliyor bizim ülkemizde.
Ama şunu da herkes her alanda biliyor, her yok oluşun başlangıcı da hep umursanmayan çok küçük kıvılcımlardan başlamış, koskoca imparatorluklar bile yok olup gitmiştir.
Onun içindir ki kurumların ayakta kalıp başarılılarını sürdürülebilir, devamlılıkları için, ilimden, bilimden, teknolojiden, faydalanılarak, liyakatli bilenler ile konsensüs (uzlaşma) algoritması kültürü oluşturup yaşam sürdürmeleri elzemdir ve kaçınılmazdır.
Peki, aklınızdan geçeni söyleyeyim mi? Benimki de züğürt tesellisi değil mi?
Çok haklısınız efendim.
Çünkü yıllardır yazıyorum, sadece yazıyorum. Hiç bir işe yaramıyor…
Sağlıcakla kalın selam ve dua ile.