Uygulamada samimi olunmalı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan pazartesi akşamı yapılan kabine toplantısı sonrasında koronavirüs önlemlerinin sıkılaştırılacağını söyledi. Artan vaka sayıları, ölümlerin artması zaten tam kapanmayı işaret ediyordu.
Tam kapanmanın zamanlaması da can sıkıcı.
Canımız mı önemli malımız mı? Hiç şüphesiz ki canımız önemli ama…
Koronavirüs tedbirleri konusunda samimi olunduğu güvencesi halen millette oluşmadı. Bir kısım vatandaş koronavirüsün olduğundan çok abartıldığını düşünüyor. Bir başka kesimde bıkkınlık var. Bir yılı aşkın bir süreden bu yana krizle yaşamak durumunda kalan vatandaşların bunalması da normal karşılanmalı.
Bir diğer kesimde ciddi bir gelir azalması söz konusu. “Açlıktan öleceğimize hastalıktan ölelim” görüşünde olanlar bile var. Her ne kadar bizim bölgemizde yardımlaşma ve hoşgörü sürüyor olsa da büyükşehirlerde kendi kaderine terk edilmiş kitle de var.
En başta bahsettiğim kitle ise tedbirlere asıl direnci gösteren kesim konumunda. Yani tedbirlerin yerine göre, konumuna göre, durumuna göre uygulandığını düşünenler var. Sıradan vatandaşın cenazelerine sınırlı sayıda katılım olurken ön sıradan olan vatandaşların cenazelerine kalabalık katılım sağlanması vatandaşın canını sıkıyor. Aylardan bu yana kirasını zor ödeyen esnaf da, “Sizin bu kalabalığınızda değil de benim dükkanımda mı yayılıyor bu hastalık” diye görüşünü dile getirebiliyor.
Hastalıktan söz ediyoruz. Konu hayati. Ama biz halen bu işin siyasetini yapıyoruz. İktidar muhalefet ayırmadan söylüyorum. Eğer biz salgın hastalık konusunda bile bir araya gelemiyorsak kendi gidişatımızı yeniden gözden geçirmemiz gerekir. Gerekirse siyaset mekanizmasını yeniden yapılandırmamız gerekecek.
Vatandaş kendi içinde pandemi sürecini benimsemeli. Eskilerin “kişi kendi kendinin doktorudur” deyimi vardı. Şimdi “Herkes kendi kapanmasını yaşamalı” deniliyor. Kendi kendimizin doktoru olurken içimizden “Bize bir şey olmaz” diye bir şarkı mırıldanıyoruz.
Toplumun büyük bir kesimi sıkıntı içinde. Bunların başında gündelik çalışan kişiler geliyor. Yevmiye ile çalışan kişilerin, kahve gibi yerlerde günlük bedel ile gelir temin etmeye çalışan kişilerin durumu çok uzun süreden bu yana bozuk.
Kira ödemek zorunda olan esnafın durumu gün geçtikçe kötüye gidiyor.
Tüm bu koşullar altında devlet garantisinde olan kişilerin halinde biz bozulma meydana gelmedi. Toplumun ekonomik olarak en iyi kesimi de bunlar.
Ancak durumu zor durumda olan kesimin, ekonomik durumu bozulmamış olan kesime inceden bir iç çekerek baktığı da gerçek.
Ve bugün…
Kamyon rampaya vurur da bayırın en tepesine yaklaştığında artık bayılma noktasına gelir ya. İşte tam da o noktadayız. Kamyon bayıldı ama biraz daha direnmesi lazım. Orucun en zor zamanı iftara en yakın olduğu dönem, karanlığın en yakın olduğu zaman dilimi güneşin doğmasına en yakın olduğu an ise… bizim de kurtuluşumuzun yakın olduğunu görmek lazım.
Her türlü can sıkıcılığa, her türlü yanlış yorumlamaya müsait gelişmelere rağmen kendi kendimizin kontrolörü olmaktır.
Zira salgına yakalandığımızda “Şunun cenazesindeki kalabalık, bunların toplantısındaki görüntüler” deme şansımız olmuyor.
Onun için “Bu da geçer” diyip, kendimiz samimiyetle mücadelemizi sürdürmeliyiz.
Kimya OSB beni de ilgilendirir seni de
Kocaali ile Karasu pek çok konuda birbiri ile iç içe. Akrabalık bağları, kader bağını da beraberinde getiriyor.
Sakarya’nın en kuzeyindeki iki ilçe sürekli birlikte anılıyor.
TÜİK verilerine göre Sakarya’nın en hızlı nüfus artışı yaşanan ilçesi Karasu, tek nüfus azalması gösteren ilçesi Kocaali.
Bunda Karasu’nun göç almasının etkisi var. Peki Kocaali’deki nüfus nereye gitti? Büyük bir çoğunluğu Karasu’ya taşındı.
Sebebi şu ya da bu olsun. Ama Karasu ile Kocaali yakın bir iletişim içinde. İki ilçedeki gelişmeler birbirini etkiliyor.
Ferizli hatta Söğütlü’de kurulan organize sanayi bölgeleri Karasu’dan işçi alıyor. Aynı şekilde Karasu’ya kurulması gündeme gelen termik santralin kirliliği Kocaali’yi ve pek çok ilçeyi etkileyecekti.
Demek ki Kocaali’ye kurulması gündeme gelen kimya OSB konusunda da Karasuluların, “Bana ne” deme şansı yok. Temel’in uçakta giderken tedirgin olmayıp, “Düşerse düşsün. Babamın uçağı mı” demesi gibi bir durum söz konusu değil yani.
Ben hiçbir zaman yatırım ve yatırımcı düşmanı olmadım. Ama yağmacıların ve kendi çıkarlarımın da peşine düşmedim.
“Üstünde yaşadığımız coğrafya bize miras değil, gelecek nesillerin emaneti” diye düşündüm. Gazeteci ve siyasetçi olmam dolayısıyla sütten ağzım yansa da yanmasa da yoğurdu üfledim.
Kocaali’ye kurulması planlanan kimya OSB’ye Karasuluların müdahil olması aslında işi dallanıp budaklandırmaz. Aksine şeffaflık gereğidir. Siz yaptığınız işten eminseniz kim gelirse gelsin, kim eleştirirse eleştirsin sonuç halis olur.
Onun için yatırımcılara ve yatırıma öncülük edenlere önerim samimi olmalarıdır. Bu şekilde hem kamuoyu desteği alınır hem de güvenli bir çalışma ortamı sağlanmış olur.
Allah her zaman doğrunun yanındadır.
Bizden bir halt olmaz
Eski zamanlardan söz ediyorum. Yatırımcı olmayı düşünen birinin benimle görüşmek istediğini söylediler. Hayatını ortada yaşayan biri olarak ben de “Erkek çocuğuyum. Başıma bir şey gelmez. Herkesle görüşürüm” diye cevap verdim. Beni nispeten gözden ırak bir yere davet ettiler. Ben de kendilerini daha ortada bir yere çağırdım. Neticede benim istediğim yerde görüşmeye geldiler.
Bana açıkça, “Bak kardeşim! Biz buraya güzel bir yatırım yapacağız. Şu kadar kişi çalışacak, bu kadar milli gelir olacak” falan diye anlattıktan sonra işin beni ilgilendiren kısmına geldiler. “Bir kafeye gittin. 45 lira hesap geldi. 5 lira bahşiş verir misin” dedi. “Veririm” dedim. “Hah işte. Bizim yatırımımız 45 milyon dolar olacak. Biz 10 lira bahşişi gözden çıkardık. Yani 10 milyon dolar fazla harcama yapacağız” dedi. Ben sözünü kestim, “Rüşvet yani” dedim. “Öyle demeyelim de aslında evet öyle” dedi. Sonra “Bu parayı sana vereceğiz. Ya da sen bize adam göstereceksin onlara ödeyeceğiz” dedi. Ben de “Bakın ben kendimi satmam. Size önerim 10 milyon dolar rüşvet dağıtacağınıza 10 milyona fabrikanıza filtre takın. Bu konuşmayı da benim misafirim olduğunuz için yapılmamış sayıyorum. Çayınız bittiyse gidebilirsiniz” dedim. Adam yanındakine dönüp, “Bize doğru demişler. Bunlardan bir halt olmaz” dedi. Ben de “Bir halt olmak sizin işinizdir. Biz halt olmak için çabalamıyoruz” dedim.
Sonunda o yatırım da gelmedi bizden de bir halt olmadı.
Olmasın da zaten…
Refleks tepki vermek
İnsan etkiye tepki veren canlı. Aslında cansızlar bile etkiye tepki verir. Bir duvara balyozla vurursanız ya mukavemet gösterir ya da yıkılır. İnsan nasıl tepki vermesin. “Taş olsa çatlar” diyoruz ya…
Amerika kalkmış Türkiye’ye soykırımcı diyor, Yunanistan kalkmış bu ülkede bu ülkeye posta koymaya kalkıyor.
Devlet insan değildir ama insanlar aracılığı ile insanları idare eder.
Şimdi hem yöneticisi hem yönetileni hem saldıranı insan olan bir denklemde insani olmayan tepki vermeyi tartışıyoruz.
Duygularla değil akılla hareket etmeyi yani.
Amerika’ya “Sensin soykırımcı” desek, Yunanistan’a “Sen adalardaki kurallara uymuyorsun. O zaman biz de askeri güç uygulamak zorundayız” diyip savaş açsak…
Aslında insanın içinden bunlar geçiyor. Emin olun devleti idare edenlerin içinden de bunlar geçiyor ama…
Devlet idaresi, toplumların geleceğini şekillendirdiği için mesuliyet gerektiriyor.
Türk idarecilerin aldığı kararlar aynı zamanda başka ülke halklarının kaderini de tayin ediyor. Yunanistan’a yapılacak bir operasyon Yunan halkının geleceğini de tehlikeye atıyor.
Bizim idareciler bir anlamda Yunan halkını Yunan hükümetinden fazla düşünüyor.
Ama en son biri çıkıp, “Her ben mi düşüneceğim. Bundan sonra onlar düşünsün” diyebilir. Bu noktada her Türkiye’nin sağ duyusuna güvenerek iş yapılmaz.
Uyandırmış olayım.