Köşe Yazıları

Söz ve itibar

 

Bazı kişilerin söylediği sözler etki etmiyor. Bazılarının cümleleri değer buluyor.

Cümle aynı cümle ama adam aynı adam değil!

Düşündünüz mü neden?

Ben düşündüm. Küçüklüğümden bir hatıra paylaşmak istiyorum sizinle.

Yetimlikle büyüdüğümü bilen bilir. 10 yaşında babasını kaybetmiş bir çocuk da babasını özler. Normal olarak. Küçük yaşlardan beri ne bulsa okuyan biri olduğum için çok enteresan bir yazıya denk geldim. Hazreti İsa’nın mucizesi ölüleri diriltmekmiş. Mezarın başına gider bir cümle söylermiş ve ölüler dirilirmiş.

Düşünsenize. 10 yaşında babasını özlemiş bir çocuk için bu ne demek!

Okuduğum yazıda bu kadar bilgi vardı. O cümlenin ne olduğuna ilişkin en küçük bir bilgi yoktu. Okul çıkışı soluğu kütüphanede aldım. O zamanlar internet nerde…

İlk birkaç gün o cümlenin ne olduğunu bulamadım. Kör olası ansiklopedilerde yazmıyordu o cümle.

Sonunda birinde denk geldim. Ezberledim hemen cümleyi. Sonra bir kağıda yazdım. Türkçesi “Ey ölü kalk” gibi bir şeydi sanırım.

Hemen abdest aldım. Aylardan bu yana görmediğim babamın mezarına gittim. Kimsenin mezarlıkta olmadığı bir anda tüm gücümle o cümleyi söyledim.

Sonuç tahmin ettiğiniz gibi hayal kırıklığıydı. Babam kalkmadı. Gidin bakın 30 yıldır da o cümle hiç işe yaramadı.

Çünkü…

O cümlenin işe yaraması için Hazreti İsa olmak gerekiyor.

Şimdi sizin söylediğiniz cümlelerin etkili olmadığından yakınıyorsunuz. Sözünüzün kar etmediğini düşündüğünüz oluyor.

Sorun karşı tarafta olabilir. Ama siz de Hazreti İsa olsaydınız ölüye bile dinletirdiniz sözünüzü.

 

Bu yazıyı ciddiye almayın

Sonbaharın ortasındayız. Kışa çok var. Size biraz romantizm yaşatayım. Tamamı mizah bu arada, yazdıklarımın. Ciddiye almayın.

Moralim Karasu’nun yolları kadar bozuk şu sıra. Parkomat sistemi gibiyim, kendimi masrafımı çıkaramıyorum.

Sahil Projesi gibiyim. Oldukça geniş görünüyorum ama içim daralıyor.

Kanal Islahı gibiyim, içim temizlenmiyor bir türlü.

Lunapark projesi gibi hayallerim var, gerçekleşmesi için piyango vurması lazım.

Belediye yönetimi gibiyim. İstediğim sistemi kurana kadar ömrüm tamamlanacak diye korkuyorum.

Cankurtaranlar gibi çalıştığımın karşılığını alamadığımı hissediyorum.

İshak Sarı gibi hissediyorum bazen. Disiplinli olacağım diye asık suratlı huysuz biri olup çıkacağım diye endişeliyim.

Mehmet Çatalbaş gibiyim. Bağırsam sesimi duymuyorsun, susmaya da gönlüm razı değil.

Dolar kadar dengesiz, fındık kadar güvensiz hissediyorum yaz sezonu kadar kısa ömrümde.

Kendimi okumaya vereyim diyorum, Şakir Şen gibiyim. Romanlar dışında bir şey ilgimi çekmiyor.

Yakup Ayar, gibiyim. İnsanların benle işi bittiğinde beni kenara koyduklarını düşünüyorum.

Zaman zaman Taşkın Ekşi gibi hissediyorum. Sessizliğimi bozmamak için direnmekteyim.

İnternet gibiyim. Her yerde bulunmuyorum.

Fatih Şentürk gibiyim, dışardan kibarım, içimden haşin. Bu yüzden belki de biraz çekimserim.

İktidar gibi güçlü hissediyorum bazen, bazen muhalefet gibi çaresizim. Oyum yetmiyor sonucu değiştirmeye ama sözüm de durmuyor ağzımda.

Elektrik gibiyim, gel gitler yaşıyorum.

Doğalgaz faturası gibiyim, ne zaman geleceğim belli değil.

Su gibi kesilesim geliyor. Yağmur suyu hattı gibiyim. Her an taşkınlara sebep olabilirim.

Ama Karasu gibisin. Ne senle mutluyum ne de senden vazgeçebilirim.

 

Kimseyi mutlu edemedim

Karasu Belediye Meclisi’nin Eylül Ayı oturumunda İshak Sarı’nın söylediği bir cümle aklıma takıldı epeydir. Sarı, bir cümlesine, “Şimdiye kadar avukatlık yaptığım davalarda ne müvekkilimi ne de karşı tarafı memnun etmeyi başaramadım” dedi.

Belki de dışarıdan asık suratlı görünmesinin nedeni budur.

Şimdi, Karasu Belediye Başkanı olarak da yaptığı onca iş var ama memnun olmadığını yüksek sesle ifade eden bir kitle de var.

Sahil Projesi çok ciddi bir vizyon. Ancak o projenin yapıldığı alanda Karasulu yok. Bu da demek ki oy yok!

Projeden memnun olanlar seçim zamanı ortada yok.

Bu arada İshak Sarı’yı kamuoyunda anlatan bir dil yok. Basın ve Halkla İlişkiler birimi var ama… Onlara reklam haber dışında bir yetki verilmiyor. Yani onların etkinliği yok.

PR dediğimiz şey aslında siyasetin de ticaretin de özü konumunda. Ne yaptığınız kadar yaptığınızı nasıl anlattığınız önemli. Şener Şen’in Banker Bilo filminde efsane olmuş bir repliği vardı. Hatırlar mısınız? “Yaptım! Ama bir sor hele niye yaptım” şeklinde.

Orada apaçık İlyas Salman’ı ketenpereye getirmesine rağmen neden yaptığını çok güzel anlattığı için yoluna devam edebiliyordu.

Siz belki, “Biz işimizi yapalım, o kendini anlatır” mantığında olabilirsiniz. Ancak bu mantığın modern iletişim döneminde yeri kalmadı.

Belki insanların kulaktan kulağa yapılanları yaymasını bekleyebilirsiniz. Ancak bu da günümüzde çok kolay gerçekleşmeyen bir reklam yöntemi.

Yani…

Sizi siz anlatacaksınız.

İş başvurusu yapar gibi, her gün CV hazırlayacaksınız.

İlk 50 Öpücük filminde olduğu gibi. Her sabah seçmene yeniden kendinizi hatırlatacaksınız.

Meşhur bir Karasu Atasözü der ki: Hizmetle seçim kazanılsaydı Ahmet Genç halen belediye başkanıydı…

 

Bu para kimin cebine gidiyor

Fındık fiyatını anlayacak kadar ekonomi ya da matematik bilgisi olan bir Allah kulu yoktur. Hamam böceği son hız bir yolda hareket ederken önünde hiçbir engel veya uyaran yokken aniden durup yönünü değiştirir. Hatta tam tersi yöne bile hareket edebilir.

Eğer bir gün hamam böceğinin ne yapacağını kestirebilirsen fındık fiyatını da tahmin edebilirsin.

Arkadaş gerçekten merak ediyorum. Bu fındıkta kullanılan, gübre, mazot, ilaç dövizle oluyor. Yani maliyet dövizle.

Fındığın çok büyük bir kısmı yurt dışına satılıyor. Bildiğimiz kadarıyla o da dövizle.

Döviz artıyor. Demek ki maliyet de yükseliyor.

Dövizle sattığımıza göre Türk Lirası bazında fiyat da yükseliyor olmalı. Ürünü satın alan adam aynı miktarda döviz ödediğine, döviz de TL karşında değer kazandığına göre…

Gel gör ki fındık fiyatı ya yerinde sayıyor ya birkaç kuruş geriye gidiyor.

Şimdi soru şu: Uluslararası piyasada, fındık fiyatı döviz bazında düşüş mü yaşıyor yoksa aslında hep aynı miktarda dövize satılıyor da arada oluşan kur farkı birilerinin cebine mi gidiyor?

Şairin dediği gibi: “Buğday bizim, ezilen biziz. Un olan biziz, aç kalan biz. Kim ulan bu doymak bilmeyen edepsiz…”