Köşe Yazıları

Recep Özdemir, “Esintiler (4)”

Esintiler (4)

Anadolu’nun fethinden (1071 Malazgirt savaşı) çok önceleri Türkler boylar halinde Anadolu topraklarına girmişler o günkü Anadolu’da yaşayan topluluklarla barışık bir şekilde yaşamaya başlamışlardır.
Malazgirt savaşı ile resmi bir şekilde Anadolu toprakları Türk hâkimiyetine girmiş ve Türkleşmiştir. Ancak kurduğumuz tüm devletler, imparatorluk özelliği taşıdığından hiçbir zaman devletimiz tek bir ırkın hâkimiyetinde değildir.
Bu duruma en güzel örnek tam bir imparatorluk özelliği taşıyan Osmanlıdır. Osmanlıda saray çevresinde her milletten insan görev almıştır. Hatta Osmanlı ileri gelenlerinin çoğu devşirmedir. Kurtuluş savaşı öncesine kadar Ermenilerin lakabı milleti sadıka (sadık millet) idi. Osmanlı bereketli topraklardan topladığı vergileri, toprağı verimsiz ve insanları mağdur bölgelere aktarmakta idi.
Petrol keşfedilip ekonomik bir önem kazandıktan sonra Osmanlının hâkimiyeti altında bulunan Arabistan, Irak, Mısır, Libya ve diğer bölgelere birbirleriyle sömürgecilik yarışı yapan Avrupa ülkeleri ilgi duymaya başladılar ve kendi aralarında örtülü veya açık bir şekilde Osmanlı topraklarını paylaşmaya başladılar.
O dönem Avrupa’nın ve tüm dünyanın en güçlüsü İngilizlerdi. ABD daha bugün olduğu gibi tek söz sahibi değildi. İngilizler özellikle Osmanlının hicaz ve Ortadoğu bölgesine göz diktiler. Gönderdikleri ajanlarla o bölge halkını Osmanlıya karşı kışkırttılar. Çoğu bedevi olan bölge halkı kendi menfaatlerine hareket ettiklerini sanarak, İngiliz sömürgeciliğine hizmet etti. Asırlarca kendilerine aş veren adalet dağıtan Osmanlıyı arkadan hançerlediler. Osmanlı ve Türk düşmanlığını sadece kendileri yaşamayıp gelecek kuşaklarına da aktardılar.
Bugün bu bölgenin haritasına baktığımızda ülkeleri birbirinden ayıran sınırların çok net bir şekilde cetvelle çizilmiş gibi dümdüz olduğunu görürüz. Sömürgeci güçler cetvelle çizdikleri, var ettikleri bu suni ülkelerin başlarına da kendilerine tabi, sözlerinden çıkmayan şeyhleri oturttular.
İkinci dünya savaşından sonra dünyada İngiliz egemenliği yavaş yavaş sona erip ABD’nin egemenliği yükselmeye başladı. Ve doğal olarak da sancılı bölge Hicaz ve Orta Doğu’nun efendisi değişti.
Petrol ekonomik bir değer arz etmeden önce Araplarla Osmanlılar arasında hiçbir problem yoktu. Yemene kadar tüm Arap dünyası Osmanlının parçasıydı. Ancak petrol ekonomik bir değer kazandıktan sonra durum değişti. Egemen güçlerin gerek maddi gerek psikolojik savaş teknikleri neticesi Arap ve Türk toplumları arasında husumet tohumları ekildi.
Petrolün bulunduğu bölgelerden birisi de Irak’ın kuzeyi, diğeri de tevatür şeklinde anlatılanlara göre Güneydoğu Anadolu’dur. Birinci Dünya Savaşı’nda bu bölgede hiçbir ayrımcı hareket çıkmadığı gibi İngilizler tarafından kuşatılan bir Türk birliğini de teşkilatı mahsusa elemanlarının organize ettiği Kürt aşireti kurtarmıştır.
Kurtuluş savaşını bu iki millet beraber vermiştir. Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da bu milletin çocukları şahadet şerbetini beraberce içmiş koyun koyuna beraber yatmaktadır.
1950–60 ve 70li yıllarda bu bölgenin istediğiniz köyüne mezrasına korkusuzca gidebilir. Bırakın evde kalmayı arazide dahi geceleyebilirdiniz. Ancak ne oldu ise zaman geçtikçe insanlarımız arasına kin nefret ve ayrılık tohumları ekilmeye başlandı. Bugün bırakın köyleri gönül rahatlığı ile ilçe hatta il merkezlerine dahi gidilememektedir. Bölgeye tayini çıkan kamu görevlileri figan içerisinde bağırıp çağrışmaktadır.
Durumun bu hale gelmesinde ne etkili olmuştur. PKK’yı destekleyen güçler kimlerdir? Çekiç güç 90lı yıllardan sonra neden kurulmuş, kime hizmet etmiştir.  PKK bölge halkının ne kadarını temsil etmektedir.
PKK’nın başı Öcalanın “Türkler tüm Kürtlerin başına silah sıkamaz, Kürtlerde tüm Türklerin başına silah sıkamazlar. Ancak sokakta karşılaşan bir Kürtle Türkü birbirlerine yan gözle baktırabilirsek amacımıza ulaşmış sayılırız” sözü son derece manidardır. Ve asıl amacı içerisinde barındırmaktadır.