Köşe Yazıları

Recep Özdemir, “Esintiler (1)”

Esintiler (1)

Toplumda doktor, öğretmen, işçi, çiftçi vb statülere sahibiz. Sahip olduğumuz statülere uygun rollerimizi oynuyoruz. Bu rolleri ifa ederken bizlere yön veren, rehberlik eden bazı değerlerimiz olabilir mi? Böyle değerlerimizin olduğunu varsaysak bu değerler davranışlarımızın üzerinde ne kadar etkilidir.

Hepimizin sık duyduğu bir söz vardır. “Tarihi geçmişi inkar eden milletler köksüz kalmış ağaca benzer” Nasıl ki kökü, çimi olmayan ağaçlar yeşilliklerini kaybeder, solar ve kururlarsa aynı şekilde geçmişini, değerlerini inkar eden toplumların da güçlü, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda söz sahibi olması mümkün değildir.

Günümüzde dünya üzerinde hüküm süren, ekonomik, siyasi, kültürel vb alanlardaki güçleri ülkelerini sınırlarının dışına çıkmış milletlere baktığımızda kültürler arası etkileşimde bırakalım maddi unsurları manevi unsurlarda dahi bu milletlerin kültürleri baskındır.

Her milletin geçmişlerine dönüp baktığımızda etkilendikleri tarihi şahsiyetler, değerler vardır. Bu şahsiyetler sonraki kuşakların davranışları ve değer yargılarının oluşmasında etkili olurlar.

İstanbul’un fethinde er olarak görev alan, sıradan asker olan Ulubatlı Hasan, İstanbul burçlarına bayrağımızı çekerken, vücuduna isabet eden onlarca oka aldırmadan elindeki bayrağı yere düşürmemeye bakıyor. Yine bu fetihte askeri bir deha gösterip gemileri karadan yürüterek düşmanın tüm taktiklerini boşa çıkaran Sultan Mehmet. Bunun için kendisine Fatih lakabı takılıyor. Ve Anadolu’da binlerce ana baba çocuklarına Sultan Mehmet’i sevdiği ve ona teveccüh gösterdiği için Fatih ismini veriyor.

Daha yakın zamana geldiğimizde destanlaşan Çanakkale ve bu savaştaki kahramanlıklar karşımıza çıkar.

Düşman gemileri Gelibolu’nun boğaza bakan kıyılarını cehennemi bir ateşe tutar. Tüm topçu bataryalarını susturur. Yine topçu bataryalarını ateş altında tutarak önde Ocean zırhlısı ardında onlarca savaş gemisi boğazın serin sularını yararak Marmara yönüne doğru ilerler. O esnada bir top mermisi Seyit Onbaşının bataryasının ortasına isabet eder. Tüm erler şehit olur. Seyit Onbaşı bayılır. Niğdeli Ali ağır yaralanır. Ve yarasının etkisiyle sürekli inler. Seyit Onbaşı arkadaşı Niğdeli Ali’nin acıdan inleme sesiyle kendine gelir. Boğaza baktığında gözlerinin önünde Ocean zırhlısı ve ardında onlarca savaş gemisinin boğaza doğru ilerlemekte olduğunu görür. Çaresizdir. Sağına soluna bakınır. Arkadaşlarının şehit oluşlarına tanık olur. Bir tarafta da arkadaşı Niğdeli Ali inliyordur.

Bu çaresizlik içerisinde bir Ocean bir 276 okkalık top mermisine bakınır. Birden insanüstü bir güçle 276 okkalık topu alıp namluya sürer. Ancak isabet edemez. Bir daha dener yine isabet edemez. Umudu kırılmaktadır. Tekrar topu alıp namluya sürer, topu ateşler ve sevinçle havaya zıplar. “Bacadan çaktım” sesleri yankılanır. Batmaz denilen Ocean boğazın serin sularına gömülmeye başlamıştır.

Ardındaki savaş gemileri şaşkındır. Bu kadar ateşten sonra kıyıda nasıl bir bataryanın faaliyet gösterdiğine şaşırmışlardır. Boğaz kıyılarında daha pek çok batarya var sanıp manevra yapıp gerisin geri kaçmaya başlarlar. Bir kişi (Seyit Onbaşı) devleşmiş bir milletin alın yazısında önemli rol oynamıştır.

Yine Çanakkale’de bir erimiz ayağına isabet eden bir şarapnel parçasıyla sağ ayağını kaybeder. Hastaneye gönderirler. Tedavi olur. Ancak tahta ayak takılır. Terhis etmek isterler. Kabul etmez, cevabı nettir. “Anam bana düşmanı kovmadan gelme dedi. Ben anama ne cevap veririm.”  Komutanları kendisine savaşamayacağını söylerler. Cevabı “savaşamazsam askere su da mı dağıtamam?” olur.

Tekrar cepheye gelir, tekrar yaralanır. Aynı konuşmalar, aynı görüşmeler tekrarlanır. Tekrar cepheye gelir.

Askerimizin içinde bulunduğu birlik taarruza kalkar. Askerimiz tahta ayağıyla birliğinin ardında taarruza katılır. Yine bir top mermisi sağ koluna isabet eder. Kolu kopmak üzeredir. Takım komutanını görür, komutanına “komutanım yalvarırım kolumu kes, düşmanı kovalamama engel oluyor” der. Komutanı şaşkındır. O an için “Sanki bu sözleri o asker değil İlahi bir varlık söyledi” Ve askerin kolunu keser. Asker düşmanın ardında birkaç adım atar ve şahadet şerbetini içer.

Bu milletin fertleri olan bizler acaba bunları ne kadar hatırlıyoruz. İşlerimizi yaparken bunlara layık olmaya ne kadar çalışıyoruz.