Nerede o eski bayramlar
Eskiden dediğime bakmayın. Şunun şurasında iki yıl öncenin bayramlarından söz edeceğim. Eskiden (önceki yıl) arife günü mezarlık ziyareti yapardık. Köy kahvelerinde sabahlar, bir yandan da berber sırası beklerdik.
Uzaklarda bulunanlar ile yakındakiler hasret giderirdi. Uzaktan gelenlerin çay paralarını ödemesine “köye döviz gelmiş” yorumu yapılırdı.
Yüzler güler, planlardan söz edilirdi.
Gençler büyüklere saygı yapar ya genç kahvelerinde ya da kahve içinde ayrı bölümlerde kağıt oynardı.
Sabah namaz öncesi güzel kıyafetler giyilir, sonra yine kahveye gidilirdi. Kahveci erkenden çayı demlemiş olurdu. Yukarı çıkan peynir, domates falan alıp ayak üstü atıştırma yapılırdı.
Namaz öncesinde yine kapıda sohbet edilir, namaz sonrası cami önünde bayramlaşma kuyrukları oluşturulurdu.
Arife gününde temizlenmiş mezarlıklara çıkılır dönüşte eve giderken ekmek, şeker ve kolonya alınırdı.
Evdekilerle bayramlaşma ve kahvaltının ardından kapıya gelenlerle tatlı tartışmalar yapılır, “Biz de size gelecektik” denirdi.
Baklava yememek hakaret sayılırdı. Önce kolonya dökülüp sonra baklava yendiği için mideler alt üst olurdu. Herkes bu mide bozulmasını “Ramazandan yeni çıktık ya” diye yorumlardı.
Çocuklar bir evin şekerlerini beğenirse kendi aralarında iletişim ağı kurar o eve birden fazla ziyaret gerçekleştirirdi.
Gün içinde eve kaçan biraz dinlenme şansı bulurdu ama dinlenmek için değildi bayram. Herkes meydanlarda kahvelerde oturur, akraba ziyaretleri yapardı.
Son iki bayramdır bu dediklerimiz yaşanamıyor. Bu üç olacak.
Çok eskileri değil en azından önceki yılki bayramları özlüyoruz.
Fındıkla ilgili iki sorum var
Toprak Mahsulleri Ofisi bu ayın sonunda fındık alımını durduracağını açıkladı. Geçen ay çok fındık almış gibi durduk yere bu ayın sonunda fındık alımlarının sonlanacağı açıklandı.
Zaten kimsenin evinde fındık falan kalmadı. Bu kararı almanın ne manası var?
“Tüccarda emanete fındık bırakanlara oh olsun. O kadar söylüyoruz. Bırakmayın diye” demek de mümkün.
Ama TMO’nun bu ayın sonunda itibaren fındık almayacağını ilan etmesi fındık borsasının kapanması manasına gelir.
Kamuoyunda hemen spekülasyon başlar. “Geçen seneden fındığı olan hemen satsın. Çünkü seneye kalırsa fındık en az iki lira ucuza alınır…”
Peki bize fındığınızı pazara indirmeyin tavsiyesinde bulunanlar nerede?
Geride kalan yıl fındık fiyatı açıklandığında bir kilo fındık3 Euro ediyordu. Biz, milli düşüncede olanlar fındığımızı satıp dövize çevirmeyi düşünmedik. Bize söylendiği gibi fındığımızı depoda sakladık. Sonunda bu aya kadar hem depodan zarar ettik hem de fındık fiyatı yükselmedi. O arada Türk Lirası da değer kaybı yaşadığı, enflasyon arttığı için bizim kaybımız daha da arttı.
Tüm bu kayıplar dert değil de…
İki büyük sorun var. Birincisi biz kaybederken bu parayı kim kazandı? Fındık dövizle satıldığına göre kur farkından oluşan para kimin cebine gitti?
İkinci ve daha önemli sorun: Biz bundan sonra siz koca koca adamların sözüne nasıl itibar edeceğiz?
Ah bir de Karasuspor’u hatırlasak
Arama motorlarına “Karasu” yazarsanız genelde canınızı sıkan haberler çıkar. Bizimle ilgili çıkan en iyi haber genel olarak “Ucuz yazlık” falandır.
Ancak yakın dönemde öyle güzel gelişme yaşandı ki…
Önce düşme potasındaki Çaykur Rizespor’un başına Karasulu Bülent Uygun getirildi. Üst üste aldığı başarılı skorlar sayesinde Çaykur, Süper Lig’de kalmayı başardı.
Ardından Cevat Ekşi başkanlığındaki Sakaryaspor gün geçtikçe üst sıraları zorladı. Her türlü fitne ve dedikoduya rağmen başarı grafiğini yükselten Sakaryaspor sonunda ligi ikinci sırada tamamlamayı başardı. Bu şekilde Play Off oynama hakkı kazandı.
Yine Karasulu Hakan Keleş yönetimindeki Giresunspor PTT 1. Lig’de şampiyon oldu. Önümüzdeki sene Süper Lig’de mücadele edecek.
Yine aynı ligde mücadele eden Adanademirspor’un başında Sakaryalı Samet Aybaba var. Yardımcısı ise Karasulu Recep Çetin.
Eskiden Sakarya’nın futbolcu fabrikası olduğu söylenirdi. Şimdi de Karasu teknik adam konusunda bir fabrika olma yolunda.
Ah bir de spordaki bu farkındalık Karasuspor’a yansıtılsa…
Can kurtaran hizmeti
Daha önce defalarca yazdım yine yazıyorum. Can kurtaran hizmeti profesyonel olmalı. Yaz aylarında güneşin altında çalışan insanlara sezon sonunda, “Sizinle işimiz bitti” diyemezsiniz. Bu insanları dikkatli seçersiniz. İtfaiye ya da farklı belediye birimlerinde istihdam edersiniz. Yaz ayları geldiğinde de sahildeki yerlerine gönderirsiniz. Hatta kışın nöbet sistemi ile birkaç tanesini sahilde istihdam etmeye devam edersiniz.
Bu bölgede liman var, balıkçılık var…
Eğer bunu yapmazsanız…
Her yıl başında sıfırdan eleman yetiştirmek zorunda kalırsınız. Kurslar vermek durumunda olursunuz. Üstelik bu cankurtaranlar yazın daha iyi iş bulduklarında ayrılmayı da düşünebilir. Ki hakkıdır. Siz adama iş güvencesi vermiyorsunuz ki!
Halbuki benim dediğim gibi yapsanız elinizde deneyimli elemanlarınız olur. Sözleşme yaptığınız için sezon ortasında sıkıntıya düşme endişesi yaşamazsınız.
Bir de bayan can kurtaran mühim.
Sahilde boğulma vakalarında bayan can kurtaranların görev alması aslında iki açıdan önemli. Birincisi bayan istihdamının sağlanması. Yani hanımlar da kendilerine yeni bir iş imkanı sağlanmış olduğunu görür ve bu alana da yönelir.
İkincisi de özellikle sudan çıkarma sonrasında bayana müdahale edecek personelin bayan olması daha etik durur. Elbette mesele sağlık olduğunda bu konular ikinci planda kalır ama ikinci de olsa planda kalır.
Gene de siz bilirsiniz tabi.
Tatilciye kızmak
Karasu’nun nüfusu her bayram artıyordu. Pandemi döneminde evden çalışma imkanı olan herkes Karasu’ya kaçtı. Bunlara elbette işyeri kapananları da ilave etmek lazım. Adam büyükşehirde geçinemeyeceği için daha önceden yatırım olarak düşündüğü Karasu’ya geliyor. Bu şekilde hem daha az yoğunluktaki hastaneden istifade ediyor hem de kendine virüs bulaşma riskini düşürüyor. Zira Karasu Devlet Hastanesi İstanbul’daki en sakin hastaneden daha sakin. Karasu en sakin İstanbul semtinden daha güvenli.
İstanbul’da neresi açıksa Karasu’da da açık. İstanbul’da neresi kapalıysa Karasu’da da kapalı. Dolayısıyla İstanbul’dan gelenler için Karasu çok daha güvenli.
Ancak bizim için durum biraz daha farklı. Zira onlar gelmemiş olsa biz daha sakin ve daha az risk altında yaşıyor olacağız.
Peki tatilcilere kızma hakkımız var mı? Kesinlikle yok! Bir kere yasal olarak yok. Adam zaten hak sahibi.
İkincisi ahlaki olarak yok. Bu adamlar buraları zorla satın almadı, kimsenin yerine çökmedi. Bilakis biz reklamlar yaparak sattık.
Babaannem “Yaprağını yerken kıtır kıtır sapına gelince me” derdi. Şimdi biz evi satarken iyi, arsalarımız para ederken iyi ama iş bugüne geldiğinde “Burası çok kalabalık” moduna giremeyiz.
İlk zamanlardaki İstanbullular mı kalmadı yoksa biz mi duruma alıştık onu da bilmiyorum. Ama son zamanlarda pek çok yazlıkçı Karasulu gibi oldu. Bize benzediler. Dolayısıyla onlara kızma hakkımız yok. Deprem mantığı ile düşünürsek, onlarla yaşamayı öğreneceğiz.