Ne olacak halimiz
Hatırlıyorsunuzdur; 2020 Kasım ayı itibariyle dolar, TL karşısında 8,50 seviyelerinde iken, yaş sebze ve meyvelerden kuru gıdalara, kırtasiyeden konfeksiyona, kozmetikten elektronik ürünlere, inşaat malzemesinden mobilyalara, kadar bütün ürünlere zam gelmişti.
Hadi bunu anlayabiliyorum!
Çok değil aradan 3 ay geçti, TL dolar karşısında yüzde 20 değer kazanarak TL/Dolar paritesi 7.00 TL oldu. Buna rağmen bu ürün maddelerinde aynı oranda indirim olmadı. Aksine bazı ürün maddelerinde daha da artış olduğu görüldü.
Buna ekonomi çevrelerinde “yapışkan fiyat” diyorlar.
***
Diyeceksiniz ki o da ne?
Bakınız, bu ürünler 3 ay önceki dolar veya euro kuru üzerinden alınmış olsun. O günkü dolar kuru 8.50 liradan aldığınız bir ürün maddeyi bugün 7 TL’ye satar mısınız? Euro üzerinden de aynı durum söz konusu.
Siz konuya kendi paradigmanızdan bakabilirsiniz ama esnaf tarafından baktığınızda onlara da hak vermemek mümkün mü?
Toplumda genel bir kanı oluşturuluyor. Neymiş TL, dolar karşısında değer kazanmış olmasına rağmen esnaf neden fiyatları aşağı çekmiyor? İşte bu sorunun yanıtı yukarıdaki kur-fiyat ilişkisinde saklı.
Geçtiğimiz ay Hükümet enflasyonun artış sorumlusu sanki esnafmış gibi Ticaret Bakanlığı koordinasyonunda Hazine ve Maliye, Tarım ve Orman, Sanayi ve Teknoloji bakanlıkları ile belediyelerde bulunan zabıta ekiplerince tüm il ve ilçelerde canlı yayınla denetime çıktılar. Muhtemeldir ki daha önceden tespit edilmiş yerleri denetlediler. Akılları sıra faturaları inceleyerek fahiş fiyat artışının olup olmadığını kontrol ettiler.
Sonra ne oldu? Bu denetim ortadan kayboldu. Ya da başka bir yol izlendi de biz mi görmüyoruz?
***
Şunu herkes biliyor ki serbest piyasada ürün fiyatları öyle “tekel” ürünü gibi devletin belirlediği bir değerde satılmaz. Ürün adından anlaşılacağı üzere “serbest” piyasada toplumun huzuruna sunulur. Vatandaş bütçesine göre alacağı herhangi bir ürünü seçer. Hangisi işine gelirse onu alır. Zaten bildiğiniz üzere bazı ürünlerle ilgili zaman zaman rekabet yapılarak “ucuzluk günleri” düzenlenir.
Burada vatandaşı ilgilendiren ve etkileyen en önemli sorun, kuru gıda maddeleri ile yaş sebze ve meyve fiyatlarındaki artıştır. Esas olan bunların denetiminin yapılmasıdır ama nasıl?
Bakınız; geçmişteki Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak bu konuda 2019 yerel seçimler öncesi ortaya “hal yasası” diye bir söz attı. Ve dedi ki “Seçimden sonra bu yasayı meclise getireceğiz ve millet pahalı gıda ürünü, sebze ve meyve yemeyecek.”
Peki dediğini yaptı mı? Yok!
Şimdi nerede? Bilinmiyor!
***
Piyasada fiyat istikrarının sağlanmasının tek çözümü üretimi artırmaktan geçer. Bunun aksini iddia eden palavra atıyor demektir. Son zamanlarda Türkiye’de piyasa sistemine yine piyasa dışı yöntemlerle müdahale edilmeye başlandı. İlk bakışta piyasa “serbest” gibi görünmekle birlikte kamu otoritesi fiyatlara sözlü yönlendirmeler, polisiye önlemler ve idari cezalarla müdahale ediyor. Üstelik bu müdahaleler mal ve hizmet piyasasıyla da sınırlı kalmıyor, faizlerden kurlara kadar yaygın bir alanı kapsıyor. 1970’lerdeki “Fiyat Kontrol Komitesi” uygulamasına çok benzer bir uygulama olduğu için bir süre sonra bu baskılamanın karaborsaya dönüşmesi olasılığı oldukça yüksek.
Hükümet fahiş fiyat artışlarına karşı “Erken Uyarı Sistemi” kurulmasına yönelik proje hazırlıyor. Peki, sistem nasıl işleyecek?
Ön görülen sistem 3 ayaklı olacak. Tarımsal üretime yönelik olarak kurulacak bir erken uyarı sisteminin ilk bileşeni, “Arz izleme” olarak adlandırılıyor. Arz izleme sistemi tarımsal ürünlerde tohumdan hasada kadar geçen süre içerisinde oluşabilecek riskler takip edilecek. Sıcaklık, güneş ışığı, yağış, don, dolu, hastalık, nem gibi riskler tüm bölgelerde anlık olarak tespit edip ortaya çıkarılacak. Arz eksikliklerini ürün bazında tespiti de bu şekilde sağlanacak.
İkinci bileşen, tarladan reyona fiyat izleme boyutu olacak.
Üçüncü bileşen ise, arz zinciri izleme olarak nitelendiriliyor. Arz zinciri izleme sistemi, tarladan markete kadar olan süreçte her aşamada ürün fiyatında oluşan eklentiler takip edilecek.
Allah aşkına kimi, neyi takip edeceksiniz! Hadi üretim yerinden ilgili maddeyi takip yapmaya başladınız, bu maddeyi vatandaşa gelinceye kadar taşıyan aracılar ortadan kalkacak mı? Çiftçinin veya o maddeyi üreten firmanın ürün girdilerindeki dövize bağlı değişimleri ve ham maddesi nasıl kontrol edilecek? Bir örnek vereyim: Çiftçinin tarlasında ürettiği ve bizim marketlerden aldığımız sebze meyve ve kuru gıdaların tohumdan fideye, mazottan gübreye, ilaçtan hammaddeye, kadar 16 çeşit ürünlerde dışa bağımlı olduğunu ve hepsine fahiş zamlar geldiğini biliyor muydunuz? Hadi önleyin bunları da görelim!
Sözcü Gazetesi Ekonomi Yazarı Deniz Ayhan, yaptığı bir araştırmasında geçen yıl tarım ithalatına 9.5 milyar dolar ödendiğini, son 18 yılda ise 114 milyar doların dışarıya gittiğini yazdı. Düşünsenize bu para çiftçinin tarlasına harcanmış olsa hem paramız yurt dışına gitmemiş olacak, hem de daha fazla verimli ve çeşitli ürün alınmış olunacak, fiyatlar düşecek ve dolayısıyla enflasyon yüksek olmayacak!
Sonuçta hazır para ve kolaycılık anlayışıyla buraya kadar geldik. Bundan sonrası atılacak radikal adımlara bağlı olacak. Siyasi çatışmaların sürekli olduğu bu dönemi gördükçe ben hiç umutlu değilim. O nedenle, “ne olacak halimiz?” demekten kendimi alamıyorum!