Köşe Yazıları

Münir Ali Kara, “Bizimki hep kimsesizlikten”

Bizimki hep kimsesizlikten

Adamın biri ormanda ayı vurmuş. Mahkemeye çıkarılmış. Sonuçta adama can yakacak bir ceza uygun görülmüş. Adam, “Ayı vurmanın suç olduğunu kim söylüyor” dediğinde “Ankara” demişler. “O zaman beni asın! O ayının ki Ankara’da adamı var, ben zaten ölmüşüm” demiş.

Karasu’nun durumu da o aslında. Geçtiğimiz gün bir ürün sipariş ettik. Kargomuzun geldiği ancak bize ulaşmasının bir gün daha süreceği, dilersek gidip alabileceğimiz söylendi. Gidip ortamı gördüğümüzde gerçekten şaşkınlık içinde kaldık. Eskiden personel bolluğu yaşanan kurumda şimdi barkonun karşısında bir sürü boş sandalye-koltuk var.

“Bu görevliler neden yerinde yok” dediğimizde “Çünkü orada görevli yok” yanıtını aldık. Görevli yok!

Ülkede bunca işsiz adam var, iş de var ama işle adamı buluşturacak sistem yok! Enteresan değil mi?

Karasu’da yerleşik nüfus baz alındığında bile yeterli gelmeyen personel, bir de yazlıkçı yükü ile mücadele ediyor. Karasu’dan son dönemde giden personelin yerine yeni atama yapılmadığı gibi norm kadroda da eksiltmeye gidilmiş.

Karasu’dan kimse de bunu dert etmemiş.

Hadi PTT’dekiler kendi başına mücadele etti diyelim.

Karasu Emniyet Müdürlüğü’ne gidelim birlikte. Bir sürü boş sandalye göreceksiniz. İki olay olsa polis memurları paramparça oluyor. Olaylara müdahale edildikten sonraki evrak işlemleri falan saatler sürüyor. O esnada bir de trafik kazası çıkarsa bak sen işe… Sakarya’ya geçtiğimiz ay bin civarında emniyet personeli ataması yapıldığı iddia ediliyor. (Bunu araştırmadım açık söyleyeyim.) Ancak Karasu’ya personel verilmediğini biliyoruz. Dahası buradan başka yerlere görevlendirme veya tayin ile giden pek çok polis memuru da oldu.

Hadi emniyetteki arkadaşlar da iki kişilik çalıştı ve işlerini çözdü diyelim.

Sağlık ocaklarına gelelim. Karasu’daki sağlık ocakları pandemi döneminden bu yana randevulu sistem ile çalışıyor. Ülkedeki neredeyse her yerde randevulu sistem sona erdi. Karasu’da devam. Hayırlısı olsun. Hadi siz randevu alıp sağlık ocağına da gittiniz diyelim. O da dert değil.

E be kardeşim Karasu Devlet Hastanesi’ne de mi işiniz düşmeyecek! Kardeşim Karasu Devlet Hastanesi 50 yıl öncesinden daha geri durumda. Çok daha modern binalar, süper elektronik sistemler kuruldu. Ama canım kardeşim Karasu Devlet Hastanesi’nde ortopedist yok. Düşsen ayağını burksan Adapazarı’na gideceksin. Az ayağın ağrısa burada sana yapacak bir şey yok.

Hamile eşin var diyelim… Doğum yaptıracak durumumuz yok. Üstelik de yeni bir durum değil bu! Karasu’da en son bebek dünyaya geldiğinde muhtemelen takvimler 2015’i gösteriyordu. Ondan sonra gazeteciler için “Karasu’da yılın ilk bebeği” haberi hayal oldu. Böyle giderse bu haberi yapmamız biraz daha sürer.

Karasu’da genel cerrah yok kardeşim, genel cerrah. Düşün ki kafanda siğil çıktı. Aldıramıyorsun Karasu’da. Apandistin patlarsa zaten Allah yardımcın olsun. Olmazsa Allah rahmet eylesin…

Gelip gezen milletvekilleri oluyor arada. Her birini ağırlayıp uğurluyoruz. Ellerini sıkmaktan onur duyuyoruz.

Hatta pek çok vekil ve siyasi cenazelerimize de iştirak ediyor. Siyasetin ana mecrası cenazeler.

E öyle olacak tabi. Diriyken hizmet edemediğimiz adamları öldüklerinde ziyaret edip vicdanlarımızı temizliyoruz.

Ama bizim ölümüze değil dirimize gelseniz daha iyi olmaz mı!

Bazı şeyleri yazmak cesaret ister

Bu sözü defalarca duymuşuzdur. “Gazetecilik yürek ister” falan…

10 Ocak Çalışan Gazeteciler günü dolayısıyla bir iki şey söylemek isterim. Evet  ülkemizde bazı şeyleri yazmak cesaret istiyor. Ama enteresandır ki bazı şeyleri yapmak cesaret istemiyor.

Adam vurmak değil de adam vuranı yazmak cesaret istiyor.

Hırsızlık yapmak değil de hırsızı yazmak cesaret istiyor.

Uyuşturucu satmak değil de uyuşturuşu satıldığını yazmak cesaret istiyor.

Hülasa olarak ülkemizde suç işlemek değil de suçun işlendiğini söylemek cesaret istiyor.

Karasu’da Bulvar’da yürürken biri yanıma yaklaşıp koluma girdi, “Sen Münir Ali Kara mısın” diye sordu. “Evet” diyip kolumdan çıkardım. “Sen benim uyuşturucu sattığımı yazmışsın. Ben iki yıl yattım çıktım. Bak! Seninle işimiz var” dedi.

Ben de hemen adamı tutup, “Bu günün işini yarına bırakmayalım. Yürü bakalım nereye istiyorsan gidelim! İki yıl hapis yatmışsın, milletin çocuğunu zehirlemişsin bir de bunu haber yapan adama dikleniyorsun öyle mi” dedim.

Adam benim çekiştirmemden rahatsız olmuş olacak ki “Sen Allah’tan korkmuyor musun? Ölümden korkmuyor musun” dedi. Ben de “Allah’tan korkuyorum ve O’ndan başkasından korkmuyorum. Hele de senin gibi milletin evladını zehirleyenlerden hiç korkmuyorum” dedim. Sesler yükselince yanımıza gelenler adamı alıp götürdü.

Kim olduğunu bilmiyorum. Kaldı ki iki yıl önce yaptığım bir haberi hatırlayacak da değilim. Ama Karasu Atatürk Bulvarı’nda bir suçlu, toplum adına görev yaptığını sanan bir gazeteciye aslında şunu diyordu: Bazı şeyleri yazmak cesaret ister…

Ama bazı şeyleri yapmak cesaret istemiyor…

Ben size inanmıştım

Biz her koşulda kabahati kendimizde buluyoruz. Fındık konusunda en bilindik çözüm ne? Fındığın ihtiyacınız olduğu kadarını pazara indirin, gerisini satmayın!

İkinci çözüm neydi? TMO fiyatı dengelemek için piyasada olacak.

Fındık önceki iki ayda 100 liraların üstüne çıktı. Sonra 90-95 bandına çekildi. Şimdi yeniden 100 liraların üstüne çıkmaya başladı.

Bize ne denmişti? Bir fındığın ihtiyacınız kadarını satın. Bu söylemi umursamayanlar sattı. Parayı dolara çevirdi ve bir kilo fındığını 120 liraya getirmiş oldu. Söz dinleyen benim gibiler ne oldu? Onlar bekliyor halen!

Peki bu arada piyasayı dengelemek için sahada olacağı söylenen TMO ne yaptı? 82 liradan fındık almaya devam etti.

Biz “TMO piyasayı dengeler” derken aslında yukarı yönlü dengeleme bekliyorduk. Meğerse fındık fiyatının daha da yükselmesinin önüne geçmek için piyasayı dengeliyormuş.

HECATİ: Dilimizi bilerek ısırırsak acımaz bilmeden ısırırsak acır. Bu arada bunu okuyanların tamamı dilini ısırır…