Köşe Yazıları

Konunun mahkemeye taşınması

 

Karasu’da şu ya da bu şekilde bir şeyler yapılıyor. Dört dörtlük insan yok. Kusur ararsanız kendinizde de elli tane bulursunuz. İshak Sarı’nın da toplum tarafından beğenilen tarafı kadar beğenilmeyen tarafı vardır.

Seçimlerde aldığı oy beğenilen tarafının beğenilmeyen tarafından fazla olduğunu ortaya koyuyor.

Neyse… Bu konumuzun dışında.

Doğu Karadeniz Caddesi’nin başında bir sahil projesi yapıldı. Apar topar yapıldı, kimseye danışılmadı, eksikleri var…

Eyvallah!

Ama iş artık bitme noktasına geldi.

Detaylar tamamlandığında Karasu bir kazanım elde etmiş olacak. Dahası bu projenin çok büyük bir kısmı da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından karşılandı. Yani kasadan para çıkmadan güzel bir görünüm elde ettik.

Şimdi proje tam bitirilmeden bu konu yargıya taşınmış. Projede açık bulduğunu düşünen kişilerin yargıya başvurmak haddidir, hakkıdır. Kimseyi yargıya gittiği için suçluyor falan değilim.

Ancak…

Benim hayata bakışım şu şekildedir: Bir şey sizin işinize yararken bana zarar veriyorsa bunu anlayabilirim. Ancak sırf bana zarar vermek için bir şey yapıyorsanız buna tahammül etmek zorunda değilim.

Şimdi gelinen noktada bu projenin iptali için dava açmakla ne hedefleniyor? Diyelim ki dava sizin dediğiniz gibi hukuksuz. Ne olacak? Yapılan tüm yatırım sökülecek, onca emek ve para çöpe gidecek ve cadde eski görüntüsüne geri mi döndürülecek?

Eğer böyle olursa bu davayı açan ne elde edecek? Karasu bu davanın bu şekilde sonuçlanmasından ne kazanacak?

Diyelim ki dava sizin dediğiniz şekilde sonuçlandı. Proje yerle bir edildi. Sonuçta siz ne kazanacaksınız? Karasu ne kazanacak?

Tartışmayı bilmek lazım

Hafta sonu sosyal medyada iki paylaşım yapayım dedim. Demez olaydım. Özetle ikisinde de İyi Parti Milletvekili (o zamanki Grup Başkanvekili) Lütfü Türkkan’ın ülke gündeminde genişçe yer bulan sözlerini tartışmak istedim.

Hassas bir konu olduğu için de kelimelerimi seçerek yazdım.

Aman Allah’ım! Ne çıkarcılığım kaldı ne Ankara’dan emir aldığım kaldı…

Birincisi bulunduğum konumdan hiçbir çıkar elde etme beklentim de yok ihtimalim de. Beni zerre kadar tanıyanlar bunu bilir de…

Ankara’dan bana talimat geldiğini düşünenlere gerçekten şükran borçluyum. Ankara, beni talimat verip görevlendirecek kadar önemsemiyor.

Aslında kişisel rahatsızlık duyduğum bir konuda sosyal medya arkadaşlarımın benimle aynı düşünüp düşünmediklerini merak etmiştim.

Geldiğim noktada, benim sayfamda yer alan bazı arkadaşlarımın aynı dili konuşmadıklarını fark ettim. Kimi daha kibar, kimi daha tahammülsüz, kimi daha tahrikkar çıktı. Aralarında sosyal medyada küfredenler bile olduğunu öğrendim ne yazık ki.

Bazılarını telefonla aramak zorunda bile kaldım.

Tartışmayı öğrenmek, birbirimizin görüşünü almak ve en önemlisi birbirimize saygı göstermek zorundayız.

 

Samimi olalım

Ramazan’da bir abi geldi. Bir adak keseceğini söyledi ve bunu dağıtmamı istedi. Ben de “Kaç kişiye vereceğiz” diye sordum. Adam, “Koyunun etinden ne olur. İki kişiye verebiliriz ancak” dedi.

Koyunu seçtik.

Koyun kesilirken (Koç da olabilir. Emin değilim) “Dur o ailelere iki de koli hazırlayalım” dedi.

Girdi şarküteriye, ikişer kilo zeytinyağı alarak başladı, Birer kilo sucuk, kaşar peyniri, zeytin falan derken kolinin bir tanesi bin liraya yaklaştı.

Böyle olunca ben “Abi bu para ile on koli yapar, ihtiyacı olan on aileye veririz” dedim.

O da bana, “Kardeşim. Ben evimde bu kolidekileri yiyorum. Ben bunları yerken başkalarını daha düşük şeylere layık göremem. Onlar benim evime gelseydi bunlarda yiyecekti. Şimdi ben bunları yerken daha düşük şeyleri alıp nasıl hayır işlemiş hissedeyim” diye sordu.

Kendimi iyi niyetli sanıyordum ki iyi niyet dersi aldım.

Eleştirirken de savunurken de samimi olmak lazım. Kendimizi en iyisine layık görüp, başkalarını en kötüsüne uygun bulamayız. Tarkan’ın dediği gibi, “Feda edip aşkı korur ya kendini” modunu kapatın.

Ekmek meselesinin siyasi tarafı olamaz.

“Adama iş var diyoruz para beğenmiyor” diyenleri duyuyorum etrafımda. “İhtiyaç sahibi adam gelir çalışır. Üç bin lira az para mı” diyor.

Değil kardeşim. Üç bin lira çok. Sen de o para ile bir ay geçinmeyi dene. Bakalım az mı çok mu?

“Evde oturunca daha mı çok kazanıyor” diye ekliyor. Evde oturunca en azından başka iş umudu oluyor.

“Adam işte çalışmaya başlıyor. Bir yandan iş aramaya devam ediyor” diye şikayet ediyor.

Ben yetimlikle büyüdüm. Hobi olsun diye değil meslek sahibi olmak için okudum. Karasu’daki her üniversite okuyan da okuduğu işi yapmak hayali ile okumuştur. Aileler de çocuklarının üniversiteyi bitirip para kazanmasını bekler.

Ben ne iş yaparsam yapayım gazetecilik yapmadığım sürece kendimi işsiz hissederim.

Dolayısıyla iş arayanları, “derdim var” diyenleri suçlamak yerine anlamaya çalışmalıyız.

Önyargılardan sıyrılır, empati yaparsak daha mutlu yaşarız.