Köşe Yazıları

Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit

 

Az çok tanıyanlar işimi ne kadar sevdiğimi ve ne kadar özverili çalıştığımı bilir. Sanırım bu konuda mütevazı olmama gerek yok. Çünkü kendimi bir şeye kaptırdığım zaman sonu gelene kadar yakasını bırakmıyorum. Özellikle de mesleğimle ilgili bir iş olduğunda. Geçmiş iki yıllık süreçteki pandemi kısıtlamalarını atlattıktan sonra bu konuda daha da tutucu olmaya başladım. Hem ekonomik şartları iyileştirme çabası hem de faydalı bir şeyler yapma arzusu bendeki bu hissi körükledikçe körükledi. Şahsım adına son birkaç yılın en güzel işlerinden birini yaptım. Ve halen devam ediyorum. Gerek sosyal medyadan takip edenler gerekse birebir görüştüklerim biliyor. Şu Kocaali için hazırladığım ekstra gazete konusu. Gerçekten, yaklaşık bir ay geceli gündüzlü emek harcadığım ve çok ciddiye aldığım bir çalışma oluyor. Birinciyi tamamladım, şu günlerde ikincisini de dağıtmaya başlamış olacağım. Öncelikle şunu söyleyeyim, elbette işin içinde tanıtmak, kazanmak ve kazandırmak var ama ben bu işten manevi anlamda bu kadar kazançlı çıkacağımı hiç tahmin etmiyordum. Gazeteyi bilinçli olarak tam bayram öncesi çıkardım ve dağıtımını da insanların, yani tatilcilerimizin burada olduğu sahilin kalabalık olduğu bayramın birinci günü ve ikinci gününe bilerek denk getirdim. Bunu yapmamdaki sebep projemin nokta atışı olması ve amacına ulaşmasıydı. Daha fazla insana birebir ulaşabilmekti. Öyle de oldu.

Bayramın birinci günü 1100 gazeteyle sokağa çıktım. Numune gazeteleri ve toplu teslimatları düştükten sonra 850 gazete ile dağıtıma başladım. Yalı Mahallesi Fatih Sultan Mehmet Caddesi yani bizim prestij caddesinin sahil tarafında Zonguldaklılar Sitesi’nden merkez plajına kadar olan bölgeyi kapı kapı dolaştım. Uğradığım 850 haneden yaklaşık 700 hanede ev ahalisi yerindeydi ve gittiğim hemen her evde bayram kalabalığı vardı. Yüzlerce insanla yüz yüze geldim, bayramlaştım, sohbet ettim. Hatta kimisiyle olumlu ve hararetli tartışmalara bile girdim. Kimisinin kahvaltı sofrasına, kiminin öğlen veya akşam yemeğine, kiminin keyif vaktine denk geldim. Ve 850 gazeteyi dağıtıp çıkmam iki günümü aldı. Bu arada ben bu Kurban Bayramı’nda bırakın eşi, dostu, akrabayı, annemle babamla bile ellerini öpüp bayramlaşamadım. Her neyse… Bir yanım eksik kaldı ama burada edindiğim tecrübe, bilgi ve birikim o açığı kapatmaya yeter de artar sanırım. Zira hayat, akıl baliğ kaldıkça öğrenmekten ibaret. Son Ders: Ahret Bilgisi / Konu: Ölümü öğrenmek.

Daha önce birkaç kez yazmıştım ama bu kadar ciddi olduğunu açıkçası ben de bilmiyordum. Zira biz Kocaalililer olarak tatilcilerimizi birçok konuda yalnız bırakmışız. Hal hatır sormamış, yaşıyorlar mı, ölüyorlarmı diye gidip bakmamışız. Bunu bizzat acı bir şekilde tecrübe ettim. Çünkü beni, elimde kucak dolusu gazeteyle kapısında gören bazı insanların verdikleri tepkiler, Kocaali’de yaşayan bir vatandaş olarak onlarla kaynaşmak konusunda nasıl eksik kaldığımızı tokat gibi benim yüzüme vurdu. İçlerinde bırakın Maden Deresi’ni, Çamdağı’nı Melen Çayı’nı daha Kocaali’nin merkezini, merkez plajdaki kafelerin yerini bile bilmeyenler var. Bu onların eksiği değil. Onları sokağa çıkaramamış olmak bizim eksiğimiz. Velhasıl, ne olduğumu, kim olduğumu ve ne yapmaya çalıştığımı anlatınca birçoğu normale döndü birçoğu da tahmin edeceğiniz üzere yaşadıkları sıkıntılardan dert yanmaya başladı.

Bunların en başında da malum olduğu üzere çöp konusunda aldığımız şu radikal saatli çöp kararı var. Ben usulüne göre anlattım. Birçoğu projenin normale döneceğine inandı. Sonra açılamayan, asfaltlanamayan ve aydınlatma sorunu yaşayan sokak ve cadde büyüklüğündeki kalabalık sokaklardan çok dert yanıyorlar. Yine caddenin üst tarafındaki yeşillik ve sulak alandan dolayı sinek konusunda yaşadıkları sorun da bayağı ciddi. Çok fazla değil ama asayiş konusu özellikle de sakin dönemlerde yaşanan hırsızlık hadiseleri canlarını bayağı sıkmış. Bide bölgede bakkal market gibi şeylerin olmaması ciddi sorun. Hemen hemen 5 kilometrelik bir kesimde 1000 civarı konut var ve hizmet veren tek market, sezonluk açılan tek zincir market. Yerel market talepleri de var. Zira sabah kahvaltısından önce, ayağa terlikleri geçirip şıpıdık şıpıdık mahalle bakkalına gidip margarin, yumurta, peynir, zeytin, ekmek, gazete falan almak onlar için bir zaruret değil bir kültür. Bu arada ben de ‘Bakkal kültürü’ diye bir şey olduğunu keşfettim. Yine çok değil ama birkaç yerde yapıya ilave inşaat yapmak isteyen birkaç kişiden, civarda emsal teşkil eden örnekler varken, kendilerinin izin alamadıklarına dair şikayet edenler oldu. Bir de caddenin bazı yerlerinde yapılan basit hesap hatalarından dolayı zarar gördüğünü söyleyenler.

Bizim Fatih Sultan Mehmet Caddesi gerçekten fiziki anlamda çok güzel. Düpedüz, geniş, kaymak gibi yol vallahi. Şundan yirmi iki-yirmi üç yıl önceki aklım ve heyecanım olsaydı, arabayla caddenin ucuna geçer müziği dibine kadar açar gazı bi kapatırdım, 140, 150, 160… 200. İbre sonunu görene kadar Allah ne verdiyse gaza abanırdım. Şaka bi yana tabi. Caddeye yakın oturan bazı hanelerden özellikle gecenin bir vakti, gençlerin son ses müzikle egzoz patlata patlata yarış yapar gibi araba sürdüklerine dair sitem edenler oldu. Orası tatil bölgesi. Hadi onu geçtim evinde hastası olan var, yaşlısı olan var.

Velhasıl ben o iki günlük süreçte gerçekten çok şey biriktirdim, hepsini yazmaya kalksam cidden sayfa yetmez. O yüzden konuyu bir şekilde noktalamak istiyorum. Yazının bütününü koyun bir kenara sadece bundan önceki iki paragrafta, esnafından vatandaşına, stksından belediyesine, polisinden bekçisine, amirinden memuruna kadar hemen her kesimin üstüne alınması gereken şeyler var. Ama ben konuyu size anlattım. Ne demişler, ‘Kızım, sana söylüyorum! Gelinim, sen işit!’ Sağlıkla kalın…