Köşe Yazıları

Kızıl kraliçe etkisi

 

Toplumun refahı devletin gelişmişlik düzeyine bağlıdır. Ülkelerin idari yapıları jeopolitik durumuna göre değişiklik gösterir. Ülkemiz bulunduğumuz coğrafya itibariyle gelişime en uygun lokasyonda yer alır.

Buna rağmen yıllardan beridir arzu ettiğimiz refah düzeyine nedendir ki, bir türlü ulaşamıyoruz. Hadi diyelim, 2002 öncesi siyasi konjonktür çeşitli siyasi çalkantılar, koalisyon ve diğer nedenlere bağlı olarak buna izin vermiyordu. Elbette bu gerekçeler kabul edilebilir ancak, 2002’den bu yana tek partili bir yönetimin idaresi altında geldiğimiz yere bakıldığında çok daha ileride olmamız gerektiğini düşünüyorum.

Hedefleri belirleseniz de bazen o hedefe varamayabiliyorsunuz. Demek ki, sistemin çarkları arasında zaman içinde kısır döngüsellik yaşanabiliyormuş. Bugün geldiğimiz nokta halk ile devlet arasında bir kopukluk görüntüsü oluştuğunu gösteriyor. Oysa halktan kopuk bir yönetimin başarı olma şansı sıfırdır. Ve bunun mutlaka bir bedeli olmaktadır. O bedeli ne yazık ki 13 aydan beridir süregelen korona pandemisi sayesinde milletçe ödüyoruz. Mutlaka bizden daha kötüsü olan o üçüncü dünya ülkelerini saymıyorum. Sadece bir veriyi ortaya koyarak bu görüntüyü sizlere sunmak istiyorum.

***

Geçtiğimiz günlerde Aile, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk Hanım görevden alınmadan önce “Yoksulluk sorun olmaktan çıktı” demişti.

Ancak görünen köy kılavuz istemiyor. 2019 yılında sosyal yardım alan kişi sayısı 3 milyon 282 bin 975 iken; bu sayı 2020’de 6 milyon 630 bin 682’ye çıktı. Yetmedi, kişi başına düşen milli gelir 8 bin 900 dolar seviyesine gerileyerek son 20 yılın en kötüsü oldu ve dünya sıralamasında 74. sıradayız. 2013 yılında 12 bin 600 dolar seviyesindeydik. Sayın Cumhurbaşkanı birkaç yıl önce 2023 hedefimizi 25 bin dolar seviyesinde belirlemişti. O hedefin de maalesef çok gerilerindeyiz!

Bütün bunlar ortadan iken, nüfusun büyük bölümü açlık ile fakirlik seviyesi arasında gelir düzeyine sahipken, azınlık grup refah düzeyi daha iyi şartlarda hayat sürdürüyor. Gelir adaletsizliği toplumun büyük kesimiyle arayı açmış bulunuyor. Bir tarafta çeşitli görevlerde yer alarak 3-4 maaş alan bürokrat ve siyasetçi, bir tarafta yüksekokul mezunu 1 milyonu aşan sayıda işsiz genç bulunması çarpık düzenin en dramatik göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.

***

Sizlere geçmişte yaşanmış bir devlet-halk ilişkisinin nereye evrildiğine bu günlere örnek göstermek istiyorum.

“Kızıl Kraliçe” hikayesini bildiğinizi sanmıyorum. Okuduğum bir kitaptan aldığım bölümde hikayesini sizlerle paylaşmak istiyorum. Ancak ondan önce bu hikayeye konu olan bir bilgiyi belirtmek istiyorum.

1640’ların İngiliz iç savaşının kitabının yazarı Thomas Hobbes’e göre “Eğer iki insan da aynı şeyi arzu ederse, ikisinin de aynı anda buna sahip olması mümkün olamazsa, düşman haline gelirler… Ve birbirlerinin yok etmeye ya da boyun eğdirmeye çabalarlar.

Hobbes, savaş anlayışını ortaya koyarken bu yolun ne olabileceğine dair de bir öngörüde bulunmuştu. Buna göre savaş insanları korku içerisinde bir arada tutan bir ortak güç olmadığı durumda patlak veriyordu. Bu ortak güce ortak-varlık veya devlet anlamına gelen “Levıathan” ismini verdi ve bu üç kavramı birbirlerinin yerine kullandı.

Neyse konumuza girmeden önce bu bilgiyi vereyim dedim.

***

Devlet ve seçkinler çok güçlenirse bu durum “Despotik levıathan“a götürebilir. Eğer ikisi de yetersiz kalırlarsa “Namevcut levıathan” durumu ortaya çıkar. Bu nedenle hem devletin hem de toplumun birlikte yol aldıkları ve hiçbirinin üstünlük kazanmadığı bir duruma ihtiyaç vardır. Aslında bu “Alice harikalar diyarında” romanında Lewis Carroll’un tasvir ettiği “Kızıl kraliçe” nin durumundan farklı değildir. Romanda Alice Kızıl Kraliçe ile tanışır ve bir yarışa girerler. İkisi de bütün güçleriyle koştukları halde etraftaki ağaçlar ve diğer nesneler sabit kalıyordu. Ne kadar hızlanırlarsa hızlansınlar arkada bıraktıkları bir şey yoktu.

Kızıl kraliçe etkisi, sadece mevcut konumumuzu korumak için bile sürekli koşmamız gereken bir duruma işaret eder. Tıpkı kendi aralarındaki dengeyi korumak için hızla koşan devlet ve toplum gibi. Carroll’un romanında tüm koşmalar boşunaydı fakat toplumun Leviathan (Devlet)’a karşı mücadelesi boşuna değildir. Eğer toplum bocalar ve devletin giderek artan gücüne yetişebilmek için yeterince hızlı koşmazsa Prangalanmış Levıathan hızlı Despotik Devlet’e dönüşebilir. Levıathan’ı denetim altında tutabilmek için toplumun rekabetine ihtiyaç vardır. Levıathan’ın gücü ve kapasitesi artıyorsa toplumda daha güçlü ve uyanık olmak zorundadır. Leviathan’ında koşmaya devam etmesi yeni ve zorlu meydan okumalar karşısında kapasitesini güçlendirmesi ve özerkliğinin korunması gerekir. Bu durum ihtilafları çözmesi, tarafsızca yasaların uygulanması ve aynı zamanda normlar kafesini kırabilmesi için hayati önem taşır. Tüm bunlar (bu koşu) oldukça zorlu görünüyor ama çoğunlukla durum böyledir.

Toplumun güçlenmesi devletin de güçlenmesini beraberinde getirir. Ancak devletin seçkinleri, yöneticileri bu gücü kendi tarafına kullanırsa burada bir çatışma ortamı doğar. Hikayede yer verilen Kızıl Kraliçe’nin durumu gibi olduğumuz yerde patinaj yapar dururuz. Çin bilgini Konfüçyüs der ki, “Halkın güvenini yitiren bir devlet ayakta kalamaz.”

Konunun özeti bu!