Kenan Tiryaki, “TUZAK”
TUZAK
Geçtiğimiz hafta futbol kamuoyu her şeyi bir kenara bıraktı iki kulüp başkanının görsel medyada birbirlerine karşı yaptıkları suçlamaları ibretle izlemek mecburiyetinde bırakıldı.
Aslında bilindik ve yaşanmışlıklarla dolu, içinde her türlü entrikayı barındıran ve bu günden geriye bakıldığında her iki camia adına utanılacak konulardı ama maalesef iki kulübün başkanları da kendilerini haklı çıkarmak için papağanlar gibi ezberletilmiş sözleri tekrarlayıp durdular.
Dediğim gibi tarihi sürece bakıldığında süper ligimizin örnek olması gerek iki kulübü olan FB ve GS bakın nelerle uğraşıyorlar son haftalar da.
Sözüm elbette ki bu iki kulübümüzün taraftarlarına değil, bu kulüplerin başkanları sayın Ali Koç ve Dursun Özbek’e.
Sizlerden önce bu takımların onlarca başkanları oldu ve sizlerden sonra da başkanları yöneticileri olacak. Sanıyorsunuz ki biz olmasak ne Fenerbahçe olur nede Galatasaray.
Çok çok basit ve aslı astarı olmayan iftira boyutundaki sözlerle bu polemiği daha uzatmayın ve ortalığı daha doğrusu taraftarlarınızı daha fazla germeyin.
O bir derbi maçında Metin Oktay’ın ve Can Bartu’nun on dakika boyunca forma değiştirip birbirlerine karşı oynadıklarını ve on dakika sonunda “Birbirimizin kalesine gol atmadan şu formalarımızı geri giyelim” dedikleri ve gülerek birbirlerine sarılan o efsanelerin kemiklerini sızlatmayın daha fazla.
Bir kupa yahut şampiyonluk uğruna düşman yaratma anlayışını bir an önce terk edin ve hem kulübünüze hem de ülkenin sporuna zarar vermekten bir an önce vazgeçin!
Değerli okuyucular Futbolun keyif ve zevk verdiği zamanlardan geçerek, gelmiş olduğumuz tuhaflıklar silsilesini açıklayabilmenin hakikaten mümkün olmadığı kanaatindeyim. Hani derler ya “sözün bittiği yer” diye işte tamda o günlerden geçtiğimiz ve kaos üstüne kaos yaşayan ülke futboluna daha fazla kaos yaşatmayın.
“Kaos” kelimesini ne çok kullandım farkındayım ama başkada bir kelimeyle anlatamazdım dikkatinizi çekmek amacıyla.
Lig çoktan kopmuş gitmiş ve iki takımlı bir hale dönüşmüş. Son yılların en ilginç şampiyonluk yarışına şahitlik etmemize karşın her iki takımın yöneticilerinin de sürekli olarak mağduriyet edebiyatının arkasına sığındığı bir lig yarışı içerisindeyiz.
Hele hele Fenerbahçe kulübünün Avrupa liginde geçtiğimiz gün rövanş maçında bir sıfır yenilmesine rağmen tur atlamasının getirdiği başarı ve yansıması şampiyonlar ligine bir takımımız yıllar sonra ön eleme maçı oynamadan direk katılma hakkı ortadayken, bunu alkışlamak gerekirken sizler aksine küfürleşiyorsunuz maalesef.
Yarın lig bitse ve GS şampiyon olsa şampiyonlar ligine direk katılsa kimin ve hangi kulübün sayesinde desem ne cevap verebileceksiniz?
Yani sözlerinizi eleştiri diye niteliyorsanız bile,
ki eleştiri değil o kurulan cümleler, velev ki öyle olsa bile ölçüsü ve sınırı olmalı.
Ve söz konusu bu durumun hepimiz getirmiş olduğu nokta ne yazık ki futbola dair şeyleri konuşabilmemizi ortadan kaldırmış vaziyette.
Her iki takımın da oynadıkları karşılaşmalar sonrasında sosyal medya mecraları üzerinden başlayan “Kara Gece” söylemlerinden hepimize gına geldi. Bıktık usandık…
Geride kalan bütün süper lig takımlarının bu iki takımın haksız rekabetine meze yapıldığı bir dönemde bulunuyor olmaktan, bir futbolsever olarak artık utanç duyuyorum.
Çünkü artık futbolu konuşabilme şansımız kalmadı. Ya da şöyle diyeyim futbol konuşma şansını bizlere bırakmadınız.
Bir yandan siz kulüp başkanları öte yandan Fenerbahçe’nin tur atladığı maçta UEFA başkanının maçı gelip ülkemizde izlemesi, buna karşın izlemeye gelmeyen bir TFF başkanı ve tabi ki TV’lerde bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduğunu iddia eden güya bir takım futbol yorumcuları yüzünden…
Biz her seferinde bu iki takım üzerinden yaratılan algıları, hakem hatalarını, oyuncuların yaptıklarını iddia edilen hayasız işleri konuşmanın ötesine geçemiyoruz. Geçsek de algılarınız yüzünden taraftarlarınızda oluşan o inadı kıramıyoruz bir türlü. Onlarda aynı kulübümüzün başkanları gibi “dediğim dedik çaldığım düdük” diyorlar.
Geçtiğimiz haftalarda her iki takımımızın lehine iki penaltı çalındı ki, aklımız dimağımız durdu. Şunu hemen belirteyim bu iki takımızın da olmayan penaltılara ihtiyaçları yok ama gelin görün ki, sosyal medya da yazılan çizilenleri burada yazacak olsam, sonunda 50’yi aşkın yılını futbola adamış bir spor uzmanı olarak beni bile futboldan nefret eder hale getirip isyan ettirdi ise, sizleri ne hake getireceğini düşünmek bile istemiyorum.
Sportmence ve centilmence birikimin yansıması olduğunu unutan iki kulüp yönetimi ve başkanları söz konusu.
Her ağızlarını açtıklarında hem kendi tarihlerine hem de rakiplerine ve ülke futboluna zarar verdiklerini göremeyecek kadar körleşmiş vaziyetteler.
Başarıyı salt bir kupaya ve şampiyonluğa indirgedikleri için de geri kalan durumu daha baştan yok farz eden bir anlayışı hayata geçirmiş olduklarından dolayı başarısızlığın yaratacağı tahribatı engelleme uğruna futbolu ve futbol üzerinden toplumsal hayatımızı kirletmekten çekinmiyorlar.
Ülke futbolunun güven ortamını hep birlikte yok edilmesine göz yumduğumuz için şu anda yaşadıklarımızdan istediğimiz kadar şikâyet edelim, sonuca ulaşabilmemiz bu kafa yapısı ile mümkün olmayacaktır.
Çünkü futbolun bütün aktörlerinin sadece kendi taraflarını haklı gördüğü bir anlayıştan yana tavır takındıkları bir yerde doğruları söylemek yeterli olmayacaktır ve değildir.
Verilen birbirinden komik penaltıların normalleştirilmesinin yolu şu boyuta ulaştı “iyi ama onların maçında verilen penaltı neydi” üzerinden gerçekleştiriliyor.
Taraftarların bir kısmı haklı oldukları konusunda karşı tarafı ikna edebilecekleri zannıyla görüntüler ile oynamayı hatta kendilerini haklı çıkartacak görüntüleri inşa etmeyi bile olması gereken olarak kodluyorlar.
Uzun bir süredir yöneticilerin taraftar kimliğinin baskısı altında ezilmekte olduğu bir dönemden geçiyoruz. Yöneticilerde olması gereken basiret ve sağduyunun yerini taraftar kimliğindeki yaklaşımlar aldıkça, her karşılaşma sonrası ortalığı kaplayan mağduriyet edebiyatı giderek daha fazla ilgi görmeye başlıyor. Çünkü bu yeni yönetici kimliğinin alıcısı çok daha fazlalaşmış vaziyette.
Siyaset spora el attığı günden ve çekmeyeceği güne kadarda olan biten bu olacaktır.
Artık bu gidişe dur diyebilecek, bu kadar da olmaz diyebilecek kanaat önderleri de ne yazık ki bulunmuyor. Sıkıysa iki laf etsinler de günlerini ve soluklarını nerede alacaklarını görürler.
Ok yaydan çıkmış bir kere ve bu işin sonu hiç de hayra alamet değil, bir yerde bitecek gibi durmuyor.
Buna karşın anlı şanlı kulüplerimizin oynadıkları karşılaşmalarda topun oyunda kalma süresi bir devreyi bile bulmuyor!
Galatasaray’ın Sparta Prag gibi bir takıma elenmesinin gerisinde bu ülkenin futbol kültürünün yanı sıra ülkemizin karşılaşmalarında çalınan tuhaf düdüklerin etkisini de lütfen unutmayın.
Yöneticilerden taraftarlardan söz ediyoruz ve yaşananların arkasında nasıl bir anlayışın bulunduğunu ortaya koyuyoruz. Ancak üzerinde durmamız gereken bir de bütün bunlara eşlik eden futbol medyası bulunmakta. Artık gazetelerin, televizyon yayınlarının bir ağırlığı kalmadığı için internet üzerinden yayınlar yapan ve oralarda etkili olan yorumcuların bir kısmının da zıvanadan çıkan açıklamalar yaptıklarına şahit oluyoruz.
Güven duygusunun ortadan kalktığı ve standartların kaybolduğu bir futbol iklimi içerisinde koşar adım kendimizi yok etmeye doğru gidiyoruz.
İki kulüp başkanı olarak eğer yaptıklarınızda ısrar etmeyi sürdürürseniz bu gidişle hem futbol izleyecek insan sayısının her geçen yıl biraz daha azalacağını hem de bu alanda sizlere ödenecek olan naklen yayın bedellerinin zaman içerisinde neredeyse hiç haline dönüşeceğini göreceksiniz.
Kazan da nasıl kazanırsan kazan’ anlayışı, tamamen tersine çalışan bir tuzaktır unutmayın…
Bende yıllarını futbola adamış biri olarak diyorum ki;
Nasıl kazanırsan kazanma!
Başkasına kazanmış görüntüsü verirken, kendinizi kesin bir mağlubiyete mahkûm edersiniz.
Sağlık ve esenlik dileklerimle.