Köşe Yazıları

Karasu’dan insan manzaraları

 

12 Eylül faşist darbesinden sonra, ikinci defa (İhtiyat) askerliği görevini ifa ettiğim, Keşan’dan, (İlçe Başkanlığı sorumluluğum sebebiyle), kaçarak gitmiştim, DSP’nin ilk kurultayına.

***

Hınca hınç dolu olan, Selim Sırrı Tarcan Spor Salonunun tam ortasında, elleri arkasında, tribünleri dolduran insanlara dikkatlice bakan Gazeteci Uğur Mumcu, ilgimi çekmiş acaba yarın ne yazacak diye merak etmiştim.

***

Yazılarını her zaman takdirle ve hayranlıkla okuduğum Uğur Mumcu, ertesi günkü yazısında; Askeri cuntanın, siyaset dışı bıraktığı “Halkın”, 12 Eylül faşizmi öncesi, “Umut” olarak gördüğü, Karaoğlanı’na desteğinin sürdüreceği ve Karaoğlan’ın bu inanmış halkın gücüyle, tekrar iktidar olabileceğini yazmıştı, esamisinin okunmadığı, hiç kimsenin şans vermediği ve hatta (egemen çevrelerin), “bir bölen” diye, burun kıvırdığı Bülent Ecevit’e…

***

Nitekim 2 odalı ve bir bodrum katta bir avuç inanmış insanla, iğneyle kuyu kazarcasına, İşçi Hareketinin unutulmaz lideri Halil Tunç, namuslu sanayici Murtaza Çelikel, Tabip Odası

Başkanlığı süresince iz bırakan Doktor Sedat Akman gibi şahsiyetlerin katkılarıyla da, kurulan DSP,  bir müddet sonra iktidar olmuş “Gerçek Halkın” Karaoğlan’ı Bülent Ecevit de, Başbakan olmuştu.

***

Atatürk Bulvarı’ndaki büromdan, (Karasu’nun pazarının olması sebebiyle) normal günlerinden 4-5 kat daha kalabalık insan topluluğuna baktım, tıpkı Uğur Mumcu’nun Türkiye’nin her tarafından gelip salonu dolduran, coşkulu kalabalığı seyrettiği gibi uzun süre.

***

Maalesef Uğur Mumcu’nun, coşkulu ve gelecekten ümit var gördüğü gibi göremedim ben

Karasu Atatürk Bulvarı’nda bir aşağı bir yukarı, amaçsız, yorgun bitkin ve suratların asık olduğu, bir zamanların, demokrat ağırlıklı, keyifli yaşam süren insanların yaşadığı Karasu halkını.

***

Aşağıya inip, içlerine karıştıkça, ya oturmuş bankaya olan borcunu, ya çok güvendiği arkadaşına kaptırdığı parayı veya miras davasında, abisinin attığı kazığı konuşuyor, ya da (esiri olmuş) banka önünde, çok uzun kuyrukta, sıranın kendisine gelmesini bekliyor, beklerken de, bir elini beline destek vererek, ayakta durabilmeyi oflayıp puflayıp sağlamaya çalışıyordu, arasında dolaştığım Karasu halkı.

***

Bürodan ayrılıp da, (Hanımın talimatları gereği), tohum almak üzere indiğim Pazar yeri ise, uçuk fiyatlar sebebiyle, tezgah sahibiyle kavga edercesine, burnundan soluyan (Büyük çoğunluğu kadın) halk gerçeğiyle yüz yüze kalıyordum.

***

Pazar yeri, yüzde seksen-doksan oranında, kadınlardan oluşuyor. (Yorgun) erkekler ise bu boğuşma düzenine ayak uyduramam korkusuyla, pazara gelme cesaretinde bulunamıyor, çay ocaklarının olduğu iş hanlarının, kuytu yerlerinde, internetten, açtığı abuk-sabuk programları seyrediyordu, evden ayrılırken, “bir taraftan eşinin, yüz lira yetmez bir yüz lira daha ver, hem çocuk da okulda bir şeyler alacak, elli lira da onun için diyerek”, cebindeki parayı, kuruşuna kadar eve bırakarak, çarşıya, beş parasız çıkma durumunda kaldığı için.

***

Velhasıl… Pazar günü, çok yakınımın arkadaşı, Afganlı İş adamının, 5 çocuğuyla birlikte misafirim olarak geldiği ve Afganistan’da “Taliban ile” birlikte yaşanan ekonomik ve sosyal karmaşayı, birinci ağızdan nakletmeyi ve Mustafa Kemal Atatürk’ün, aydın bir Afgan için, ne kadar büyük ve kıymetinin bilinmesi gereken bir anlam ifade ettiğini, sizlerle paylaşmayı düşündüğüm bu haftaki yazım, maalesef Pazartesi günkü kalabalık fakat güçsüzleşmiş ve (baygın) bakışları ile beni ziyadesiyle etkilediği için bu yazımı “Karasu’dan İnsan Manzaraları” olarak sizlerle paylaşmak istedim.

***

Son söz olarak; umutsuz, baygın, bezgin ve korkutulmuş bir yapı olarak etkilendiğim ve umutsuzluk içerisinde gördüğüm “Halk” yoksa bu kötü günlere bizleri sürükleyenlere indireceği “demir yumruğu” ile önüne getirilecek sandığı mı bekliyor, bu kötü gidişe “Yetti gayri” diye karşı durmak için. Ne dersiniz?