Kapatalım gitsin

70’li yıllardan beri öyle ya da böyle siyaseti takip ederim. Ederim; çünkü toplumu yönlendiren yasalar siyasilerin verdiği kararla yapılıyor.
Siyasi güç olarak yerleşen “otorite” yönetimlerde “otoriter” liderlerin başvurduğu baskılayıcı uygulama toplum üzerinde yıkıcı olabiliyor.
Buraya virgül koyarak geçmişe bir yolculuk yapalım.
Bildiğiniz üzere; 1950’li yıllarda çoklu siyasi partiler döneminde dönemin hükümeti Demokrat Parti’nin Genel Başkanı ve Başbakan Adnan Menderes, görevini 1960 yılına kadar on yıl boyunca sürdürdü. Başbakanlığı döneminde Türkiye ekonomisi ortalama yıllık yüzde 7.8 oranında büyüdü ve Türkiye’nin gayri safi milli hasılası dünya toplamının binde 6.43’ünden, binde 7.52’sine yükseldi. 27 Mayıs Darbesi’nden sonra Yassıada Yargılamaları sonucu 9 ay 27 gün süren duruşmalar sonunda Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Maliye Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile birlikte 17 Eylül 1961 yılında idam edilmişti.
“20 yıl sonrasında;”
12 Eylül 1980 yılında askeri cunta tarafından demokrasiye indirilen darbe sonucunda dönemin başbakanı Süleyman Demirel ile diğer siyasi parti başkan ve temsilcileri yargılama sonunda Yassı Ada’da mahkûm olmuştu. Bu dönemde cunta lideri Kenan Evren’in deyimiyle bir sağdan bir soldan onlarca genç asılarak idam edilmişti.
1980-1985 yılında negatif büyüme söz konusu iken, 1985’ten itibaren yüzde 4-6 arasında büyüme hızı sağlanmıştır.
***
Bu iki gelişmeyi neden anlatıyorum. Çünkü demokrasinin tırpanlandığı yönetimlerde egemenliğin otoriter rejime geçmesinin bir sonucu olarak yaşanmıştı bu olaylar…
Günümüz çağında iki kutuplu dünyada yerimizin nerede olduğuna baksak belki daha sağlıklı karar verebiliriz.
Atatürk’ün gösterdiği hedef olan “Laik demokrasi ve insan haklarına saygılı bir idari yapıda mı, yoksa ortodoks politikayı önceleyen otoriter bir rejim yapısında mı yolumuza devam edeceğiz?”
Aslında bunun kararını bilim ve teknoloji çağında olan “Z Kuşağı” denilen yeni nesil verecektir.
Uluslararası arenada yerimizin nerede olduğuna bakıldığında özelikle hukuk, demokrasi, insan hakları gibi değerlerde olduğu gibi ekonomik göstergelerde de çok iyi yerde değiliz.
Demokrasi alanında atılması gereken adımlar geciktikçe gelişmekte olan ülkelerle aramızdaki mesafe de açılıyor.
Dikkat edilirse;
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın dile getirmediği “Kapatma” sözcüğü nedense hükümet ortağı MHP Genel Başkanı Sayın Bahçeli tarafından dile getirilmektedir. Hatta idam konusunu da aynı şekilde dile getiren Bahçeli’nin bu tür çıkışlarına Sayın Erdoğan’ın karşı çıkmayarak “Önüme gelirse imzalarım” yanıtıyla geçiştirmektedir.
***
İdamla ilgili ölüm cezaları Avrupa üyeliği sevdasına binaen Avrupa Birliği dayatması ile önce, 7 Mayıs 2004 tarihli 5170 sayılı kanun ile anayasadan; 14 Temmuz 2004 tarihli 5218 sayılı kanunla da Türk Ceza Kanunu’ndan çıkarılmış, böylece ölüm cezası Türk Hukuku’ndan tamamen kaldırılmıştır. Neyse, konumuzu dağıtmadan yukarıda virgül koyduğum bölümden devam edeyim.
Ne yazık ki mevcut yönetim “Demokrasi ve İnsan hakları, Hukukun üstünlüğü ve Yargının bağımsızlığı” noktasında iyi bir imtihan veremiyor. Bunun bedelini de ekonomik olarak zaten milletçe ödüyoruz.
Son günlerde hdp’nin kapatılmasıyla ilgili tartışmalar kamuoyunu meşgul ediyor. Aslında konuyu AB dostlarımız (!)da takip ediyor. Oysa 2010 Anayasa değişikliği ile parti kapatılması aslında çok zorlaştırılarak tarihe karıştı.
Şöyle ki:
Siyasi Partiler Kanunu (SPK)’nun 108’nci maddesine göre, “Hakkında kapatma davası açılan bir parti dava açıldıktan sonra kendisini kapatırsa, bunun davaya devam edilmesini ve kapatma kararı verilmesi durumunda doğacak hukuksal sonuçları etkilemeyeceği” yolunda hüküm bulunuyordu. Bu madde Anayasa Mahkemesi tarafından 2010 yılında iptal edildi, iptal sonrası ise bir düzenleme yapılmadı.
Bu durumda Başsavcılık hdp hakkında kapatma davası açsa bile, dava devam ederken partinin kapatılmasıyla dava düşmüş olacak, mevcut parti yöneticileri de hdp’yi yeniden kurabilecek. Yasalar böyle olduğuna göre “Hdp’yi kapatın” demekle hdp’yi kapatamazsınız. Yasal düzenleme yapmadığınız sürece hdp’ye dokunulamaz. Kaldı ki Anayasa Mahkemesi’ni kapatmış olmakla da böyle bir kararı nasıl alacaksınız?
Evet, durum aynen böyle!
Dernekleri kapat, Üniversiteleri, Vakıfları kapat, TV’leri, Gazeteleri, Radyoları kapat, Sendikaları kapat… Yetmedi Siyasi Partileri kapatalım, Anayasa Mahkemesi’ni de kapatalım…
“Ancak, bütün bu kararları alırken sadece o kurumları kapatmış olmuyorsunuz. Türkiye’yi de dış dünyaya kapatmış oluyorsunuz. Bunu göze alıyorsanız tamam. Kapatalım gitsin!”