Köşe Yazıları

Gökten ne yağmış da yer kabul etmemiş

 

Üniversitelerin çokluğundan ve ne kadar işlevsizleştirildiğinden hareketle, ülkede neredeyse her ilde bir tane, bazı illerde ise ikiden fazla üniversite ve içinde bir o kadar “beden eğitimi ve spor yüksekokulu” var. Sayısını bilmek pek güç…

Peki, akademik boyuttaki yüksekokullar ne işe yarar düşündünüz mü? Aman boş verin canım düşünecek ne var değil mi?

Üniversite üniversitedir, yüksekokul da yüksekokuldur değil mi? “Fazlalığı göz mü çıkarır canım” diyenlerinizi duyar gibiyim. Özellikle iktidar seçmenini kastettiğimi bilmenizi isterim. Onlara göre “üzümünü ye bağını sorma” gibi kimin icat ettiği belli olmayan güya özlü sözlerde olduğu gibi yani diyorlar. Bende diyorum ki bağını sormayalım eyvallah ama üzümünü hep kimler yiyor? İşte kazın ayağı bu özlü sözdeki gibi değil yani. Ülkede bu içi boş üniversite ve spor bilim alanın da o kadar geliştik ki ve ilerledik ki, çoğu ilde artık birer tane “spor bilimleri fakültesi” var artık!

Var olmasına var da dediğim gibi içi boş mu dolumu pek belli değil. Okumaya devam edin ne demek istediğimi göreceksiniz. Çok kaliteli eğitim veren akademik boyuttaki kurumların bu günkü bakış açısı ile de durumları ortada. Onlarında bilim yuvası olmasından rahatsızlık duyan iki cenah var, biri hükümet yöneticileri diğeri ise o kurumları “kurtarılmış bölge” ilan etmiş bir takım zihniyet sahipleri. Gerçek vatansever ve yurtseverler ise korkutulmuş, sindirilmiş, bastırılmış ve sadece bu korku imparatorluğu ve hainlikle suçlanacakları yüzünden gıklarını çıkaramıyorlar ve oturuyorlar oturdukları yerde maalesef…

Neyse dönelim konumuza…

Sorum çok basit? Peki, lisans düzeyinde bu kadar çok “spor” okulunun olduğu, dahası yine spor alanında binlerce yüksek lisans ve yüzlerce doktora eğitimi yapılan bir ülkede, sporumuzun uluslararası düzeydeki konumu ve niteliği olması gereken düzeyde midir? Eğer cevabınız “evet” ise sizlere söylenecek tek bir sözümüz yok. Çünkü sorgulama yetinizi kaybetmişsinizdir derim. Fakat eğer cevabımız “hayır” ise, bu durumu nasıl ne ile açıklayacağız o zaman değil mi? İşte biz yapıcı eleştiri getirenleri bu soru ile suçluyorlar. İşte sorun burada başlıyor. Sizce de ortada bir tuhaflık yok mu? Büyük bir çelişki söz konusu değil mi? Şimdi; bu bağlamda suçlamaya, hakarete, tenkide, kırıcı eleştiriye ve saldırıya meyletmeden, serinkanlı ve sağduyulu düşünmek ve çelişkileri yakalayarak çözüm önerilerimi sunmak istiyorum. Bazı çelişkileri ortaya sermek adına, bazı hipotezler ileri sürmekte yarar var. Çünkü çözüm ve çözümler buna bağlıdır. Ülkemizdeki üniversiteler alan ve alan eğitimi konusunda bilimsel yeterlilik oluşturamamaktadırlar. Spor akademilerimiz de spor bilimci, spor insanı, spor okur – yazarı, spor öğretmeni ve spor antrenörü yetiştirme konusunda özellikle işin pratiği alanında yeterlilik oluşturmada ve özellikle aday seçimlerinde doğru seçim yapmada etkin ve işlevsel olamamaktadırlar. Niye diyorum? Çünkü bu akademilerimizden mezun olan öğrencilerimizden ilgili federasyonlar ayrıca kendilerinin düzenledikleri kurslara katılım zorunluluğu getirmektedirler. Yani; yanisi şu! Üç ya da dört yıllık uzmanlık okumuş öğrencilerin bilgisini yeterli bulmuyoruz da ondan. Peki, ne yapıyoruz bir ayda kabak yetişmezken biz bir ayda uzman antrenör ya da spor bilimci yetiştirdiğimizi sanıyoruz. Üstelik bu üniversiteler ve kurumlar kendi mezun ettikleri öğrencilerin haklarını aramıyorlar, o kadar acizler yani. Bunu yapmadıkları gibi kendi aralarında da yeterli iletişim, ilişki, organizasyon, işbirliği söz konusu değildir. En acısı ise bu ülkedeki spor örgütlenmeleri ve kurumları üniversitelere kapalıdır. Spor alanındaki pozisyonlar, görevler, sorumluluklar liyakat esasına göre yürümemektedir. Spor akademilerinin ve üniversitelerin çok açılması ve çok olması tek başına bir anlam ifade etmemektedir. İşin başka bir boyutu da ticaridir. Ticari boyutları da gereken kurallar dışında yürütüldüğünden ortaya verimsizlik, kaos ve yetersizlik çıkmaktadır. Daha da acısını ve akıl dışılığını söyleyeyim mi? Bir ülkede sporun toplumsal boyutu öne çıkarılmadan, spor yapan nüfusu nicelik ve nitelik olarak arttırılmadan, sporu dar bir alana hapsetmek veya toplumu sadece spor tüketici haline getirerek, (profesyonelleşme) söz de spor insanları yetiştirmeyi amaçlamak temel bir çelişkidir.  Güzel bir deyimle “havan da su dövmektir” bence. Ticari zihniyet ve bu açıdan bakan gözler, şöyle ifade etmektedirler. Pazarınız varsa o pazarda tüketime sunacağınız mal olması gerekir diye düşünülür önce. Doğru gibi dursa da ilk bakışta, yanılgı şurada. Oysa üretiminiz varsa pazar gerekir. Üretim olmadan pazar kurmanın faydasını geçiniz artı bir de zararı vardır. Mevzu çok uzun ve derin daha sıralanacak ve çözümler adına üretilecek bir sürü öneriler var. Var olmasına var da duyan, gören, okuyan, okuduğunu hayata geçiren kimler var, ya da varsa kaç kişi ve kurum var işte bütün mesele bu. Eee hoca, peki serbest piyasa ekonomisi olur da serbest spor piyasa ekonomisi olmaz mı? Olur elbette “gökten ne yağmış da yer kabul etmemiş.”

Selam ve dua ile…

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir