Fındık fiyatı iyi mi
İnsan ihtiyaçları sınırsızdır. Kaynaklar ise kıt. Sınırsız insan ihtiyaçlarının kıt kaynaklarla doyurulması bilimine ekonomi denir. Ekonominin en basit tanımı budur.
İnsan emeğine değer biçmek dünyanın en zor işlerinden biridir. Ancak enflasyon bizi öyle bir hale getirdi ki bedel-eder algımız değişti. Bir malı kaça alsanız kar etmiş olursunuz kaça verseniz zarar edersiniz hesap edemiyorsunuz.
Çiftçinin enflasyon hesabı farklı, esnafın farklı, döviz kullanan kişinin farklı, petrolcünün farklı, kuyumcunun farklı… Bir de standart enflasyon hesabı var. Bu da devletin yapmış olduğu, bilimsel veriler ışığındaki gerçekleştiriliyor.
Tribünlere oynayanlar devletin resmi çalışmasını beğenmediğini dile getirebilir. Bu durum okumayan ya da okumak işine gelmeyen kitlede karşılık da bulabilir. Ancak ülkede ekonomi planlaması, tribünlere göre ya da popülist yaklaşımda bulunanlara göre yapılırsa ekonomi çöker ve neticede herkes bunun bedelini ödemek zorunda kalır.
Gelelim fındık fiyatındaki artışın yeterli olup olmadığına.
Birincisi gerçekçisi olalım. Verilen fiyat aslında beklenen ama dillendirilmeyen 45-50 aralığının üstündedir. Gönül 60-65 ister ama gerçekleşmesi beklenen fiyat 45-50 idi.
Açıklanan 54 lira beklentinin üstünde ama daha iyisini beklemek hakkımız mıdır? Hakkımızdır. Daha fazlasını beklemek, istemek hatta bunun için mücadele etmek de lazımdır.
Fiyatı verenlerin iyi niyetinden eminseniz fiyatı kabul edersiniz, değilseniz eleştirinizi yüksek sesle yaparsınız.
Ama aslına bakarsanız fındık fiyatındaki yüzde yüzlük artış, döviz bazında 3 doları geçen fiyat ortalamanın üstündedir.
Mutlak memnuniyet sağlamak kimseye nasip olmaz da ekseriyetin fiyattan şikayetçi olmadığını söylemek yanlış olmaz.
SEN BENİM KİM OLDUĞUMU BİLİYOR MUSUN
Televizyonda gördüğünüz şeyi anında sokakta görme imkanınız var. Hepimizin evladı var. Bu çocukların uyuşturucuya bulaşmasındaki kilit cümle ne biliyor musunuz? “Benim çocuğum yapmaz!”
Kimse çocuğuna uyuşturucuyu konduramaz. Herkes çocuğuyla gurur duymak ister. Ama bir yandan da “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyoruz.
Bir vatandaşla karşılaştık Bulvar’da. Bana yan yan bakıyor. “Hayır mı” diye sordum. Adam “Sen Münir Ali Kara mısın? Ona baktım” dedi.
“İyi bakmışsın” dedim.
“Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Sen benle ilgili bir haber yaptın. Ama bak ben buradayım” dedi.
Anlamadım önce. “Hayır mısın” dedim.
“Sen benle ilgili bir uyuşturucu haberi yaptın. Haberde benim bilmem ne kadar uyuşturucu ticareti yaptığımı yazdın. Ama ben iki buçuk yıl yattım çıktım. İlk fırsatta seninle görüşeceğiz” dedi.
Yani yargı da adamı haksız bulmuş. Adam uyuşturucu satmış. Sokağın ortasında beni tehdit edecek cesareti kendinde buluyor. Hemen kolundan tuttum. “Gel” dedim. “Tenhaya gidelim orada görüşelim. Şerefli bir adam şerefsiz bir adamın şerefsizliğini deşifre ettiği için tehdit edilecek ve buna da boyun eğecek öyle mi?”
Adam bir anda kendini geri çekti “Ben bir şey demedim. Seni Allah’a havale ediyorum” dedi.
Allah onun havalesini kabul eder mi bilmiyorum. Ama benim vicdanım rahat. Benim değilse senin çocuğunu tehdit eden, benim değilse senin çocuğunu zehirlemeye yönelik esrar, uyuşturucu vesaire üreten, satan, aracılık eden kim varsa ihbardan çekinen uyuşturucuya çanak tutmuş olur.
Uyuşturucuyu ihbar etmek ispiyonculuk değil vatandaşlık görevidir.
O KADAR UZUN BOYLU DEĞİL
Bir yandan Milliyetçi Hareket Partisi İlçe Başkanlığı yapıyoruz diğer yandan gazetecilik. İkisinin arasında da kalınca bir duvar var.
Pek çok kişi gazetedeki işimizle partideki görevimizi karıştırır.
Bunlar arasında CHP İlçe Başkanı da var. Basın acıkmamda söylediğim şeyleri köşe yazımda yazdığımı iddia ederek yanıt vermiş. Mühim değil.
Verdiği yanıtta bizim arkadaşlarımız düzeltme yapmış. Diğer yayıncı arkadaşlar düzenleme yapmaya gerek görmemişler. Bu şekilde onlar da bizim bu konuyu köşe yazımızda dile getirdiğimizi onaylamış oldu. Bunca şahit varken ben onları yalancı mı çıkaracağım! Yazılı basın açıklamasında söylediğim şeyleri köşe yazımda yazmışım gibi vermişler. Sonuçta ikisi de yazı!
Ben dün olduğu gibi yarın da siyasi çizgimle mesleğim arasındaki duvarı koruyacağım. Beni tanıyanlar ne demek istediğimi bilir. Yeni tanımaya başlayanlar da ne demek istediğimi zamanı gelince anlar.
Da…
Aktif siyasetle aslında hiç işi olmayan ya da kalmayan arkadaşlar gazete ya da internet sayfalarından gazetecilik adı altında propaganda yapmalı mıdır? Benim kimliğim tarafım duruşum belli olduğu halde zaman zaman “İşine geldiği zaman gazeteci işine geldiği zaman siyasetçi” yakıştırmasında bulunan arkadaşlar kendi kimliklerini gizler gibi yapıp gazetecilik yaptıklarını millete yutturmaya mı çalışmaktalar?
Asıl mesleği gazetecilik olmayan, usta çırak ilişkisi içinde dahi gazeteciliğin yanında geçmemiş, bir iki düzgün cümle yazabiliyor diye kendisine köşe verilmiş insanlar gazeteci midir? Adama “diyafram nedir” desen karnını gösterecek “enstantane” sorsan aklına futbol maçı gelecek, “asa” desen Hazreti Musa’yı hatırlayacak ama kalemi klavyenin başına geçip iki kadeh içti mi benden çok gazeteci olacak ve kalkıp Başbuğ hakkında yazı yazacak.
İnsanda edep olacak, adap olacak!
Had bilmeden had bildirmeye kalkmayacak!
Bir başka basın kuruluşu sahibi arkadaş siyasi kimliği olmadığını savunacak, kalkıp il başkanın açıklamasına kahve ağzı ile yorum yapacak. Ondan sonra da ben tarafsızım diyecek.
Bir başkası benim basın açıklamama yer vermeyecek ama CHP İlçe Başkanı’nın benim açıklamama verdiği yanıtı sayfanın manşetine taşıyacak!
Tüm bunları yapanlar da bizim gazetenin tarafsızlığını tartışacak!
Bizim köyde “Musa, Musa da o kadar uzun boylu değil” derler.
Babaannem de “Çamura yatacaksın kalıbına bakacaksın” derdi. Kendilerine bakmadan bizim kurumumuzun ilkelerini değerlendirmeye kalkanlar kendilerini bir kontrol etsin de ondan sonra konuşalım.