Köşe Yazıları

Başka seçenek yok

 

Hükümetin Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati “Ortodoks” politikadan vaz geçip “Heterodoks” politikayı tercih etti.

Heterodoks politika sözde çok çeşitli argümanları kullanma fırsatıymış. Oysa bütün dünyanın kabul gördüğü “Ortodoks” politikalar ortada dururken neden böyle yol değişikliğine gidildi?

Hemen söyleyeyim:

“Ortodoks” politika açık ve şeffaf genel kabul görmüş yani, saklanır bir yol değil. Herkesin bildiği yol. Heterodoks politikada her türlü manevralar yapılabiliyor, kimse ne yapacağını kestiremiyor. Yukarıdan, aşağıdan, sağdan soldan gelen emir ve tercihleri uyguluyorsun. Hangisi tutarsa…”

Oysa;

Ortada bir gerçek var. “Enflasyon!”

Enflasyon düşürülmediği sürece halkın alım gücünün iyileştirilmesi mümkün değildir.

Halkın alım gücünün olmadığı dönemlerde iktidarlar yapılan seçimi hep kaybetmiştir.

Enflasyonun düşürülmesi noktasında ekonomi uzmanlarından çeşitli görüşler olsa da ortak birleştikleri nokta yerli üretimin artırılmasıdır.

Sadece Sayın Cumhurbaşkanı başka bir tez ortaya koyuyor ve bu tezini sürekli tekrarlayarak arkasında duruyor.

“Faiz sebep, enflasyon neticedir” diyor.

Aklınıza şöyle bir soru takılabilir:  “Politika faizi yüzde 24’den yüzde 14’e düştüğü halde enflasyon neden düşmedi de rekor seviyelere çıktı. Bu tez neden tutmadı?”

Ya da şöyle de sorulabilir:

“Faiz sebep enflasyon neticeyse neden faizler daha fazla indirilmiyor?”

Bu da şöyle açıklanabilir.

Talep enflasyonu varsa tasarrufları artırıp talebi düşüreceği için faiz artışı enflasyonu frenler, maliyet enflasyonu söz konusuysa faiz artışı enflasyonu artırır. Burada ikisi de mevcut.

Bu ikilinin birbirine olası etkisini şöyle özetlemek mümkün: “Kur yükselirse faiz fazla etkilenmeyebilir, faiz yükselirse kur düşebilir.”

***

Yukarıya dönecek olursak; her ikisinin de, yani faiz artışının da kur yükselişinin de ekonomiye zararları ve yararları olduğunu görüyoruz. Bu, ekonominin içinde bulunduğu duruma göre değişir. Türkiye ekonomisinin bugünkü görünümünü de şöyle özetliyoruz:

“Yüksek enflasyon, yüksek cari açık (dış finansman ihtiyacı), yüksek büyüme, yüksek bütçe açığı!”

Bu dörtlüye bakarak bir tercihte bulunmamız gerekiyor. Enflasyonu mu önleyeceğiz, cari açığı mı düşüreceğiz, büyümeyi mi hızlandıracağız.

Yoksa ne pahasına olursa olsun bütçe açığını düşük tutmaya mı çalışacağız?

Ekonomi politikası, bir taşla en çok iki kuş vurulabileceğini anlatıyor bize. O halde bu dörtlüden en iyi ikiliyi seçip hedefi ona göre ayarlamamız gerekiyor.

Ha, bu arada Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi “Üretimde yüzde 70 dışa bağımlıyız” diyor.

Hele şükür “itiraf bahane” bulundu. Tamam da; neden dışa bağımlı bırakıldık? Bunun sorumlusu kim? Sorunun çözümü için neden geç kalındı?”

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati de geçtiğimiz hafta bazı sektör temsilcileri ile bir araya gelerek enflasyonun düşürülmesine yönelik katkıda bulunmalarını rica etti.

“Ülkemizde enflasyon ataletini (Arapça: eylemsizlik, tembellik, işlemezlik) beraberce yeneceğiz. Dövizdeki hızlı yükselişi durdurduğumuz (!) gibi enflasyonu kalıcı olarak tek haneye indirmeyi hedefliyoruz. Enflasyon ile mücadele timlerimiz birçok sektöre ilişkin denetimlerini kesintisiz bir şekilde sürdürüyor. Tarıma dayalı sanayinin geliştirilmesini önemsiyor, çiftçilere gereken desteği sağlamak için gece gündüz çalışıyoruz. İnanç, göremediğine inanmaktır. Bunun ödülü de inandığınızı görmektir şeklinde sevdiğim bir ifade var!”

Enflasyonun temel sorunları bir kenara bırakılarak “rica” ile “dua” ile veya “tim” denilen polisiye tedbirlerle çözülmesi mümkün mü?

Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu koşullarda pansuman tedbirlerle hasta yaşatılmaya çalışılıyor.  Acı reçetenin ne zamana kadar içileceğini bilmiyoruz.

***

Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavıoğlu, 27 Ocak tarihinde 2022’nin ilk Enflasyon Raporu Tanıtım toplantısında şöyle bir kavram kullanmıştı.

“Cari dengenin sağlanmasıyla, uzun dönemde fiyat istikrarı sağlanacağına inanıyoruz.  Bunun en önemli bacağından birisi liralaşma stratejisidir.”

“Liralaşma!?”

Sayın bakanın yeni kavramına göre aslında bunun anlamı sıkı para politikasının uygulanacağıdır. Lirayı güçlü kılacak argümanlar geliştirmektir.

Peki, geliştirildi mi?

Bir anlamda getirilen Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesap sistemi burada kısmen başarılı görünse de (kısmen dememin amacı bu uygulama olmasaydı dolar/TL korelasyonu 20 TL olabilirdi) sürekli güncellenmesi gerekiyor ve devamında hazineye (bütçeye) de büyük yük olacaktır.

Şöyle ki;

Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesap sistemi başladığında dolar 11.50 seviyesindeydi. Aradan 5 ay geçti şimdilerde 16 TL seviyesine geldi. Yani 4,5 TL değer kaybı var. Pazartesi açıklanan verilere göre KKM’nin Nisan ayında bütçeye maliyeti 4,6 milyar TL. Sadece 2 aylık maliyeti 16,3 milyar olmuş. 5 aylık maliyetinin 60 milyar lira olduğu söyleniyor. Yılsonunda en iyimser tahminle 100 milyar lira olması bekleniyor.

Zor süreçten geçtiğimiz doğrudur. Ancak bu süreci atlatmanın yolu eş zamanlı doğru politikalardan geçer.

“Ne Heterodoks politika, ne Liralaşma, ne de Faiz sebep Enflasyon neticedir” gibi tezlerle de enflasyon düşmez.

“İnşallah, umarım, bekleniyor” gibi retorik sözlerle de düşmez.

“Bak gözlerimin ışıltısına ekonominin iyileştiğini görürsün” demekle de düşmez!

Elimizdeki olanakları seçim yatırımı uygulanan politikalar yerine, dünyanın kabul gören politikalarını uygulamak zorundayız. Başka seçenek yok!