Köşe Yazıları

Başa dönmeye tahammül yok

 

Bir gizemli yolda yürüyoruz.

6 Eylül tarihinden itibaren başlayan yüz yüze eğitim ve öğretim uygulamasında 1 aylık süreyi geride bıraktık.

Edinilen bilgilere göre, Türkiye genelinde çok sayıda okulda koronavirüse bağlı vakalar nedeniyle 2 bine yakın derslik kapanırken, 500 civarında öğretmene pozitif temaslı karantina uygulaması yapıldığı ve uzaktan online ders uygulamasına geçildiği,  öğrenildi.

Bu oran her ne kadar Sakarya genelinde daha az gelişiyorsa da her daim tedbiri elden bırakmamak gerekiyor. Sakarya karantinada bulunan öğrenci sayısı baz alındığında Türkiye ortalamasının çok altında bir oranla yüz yüze eğitime devam ediliyor.

İl genelinde aktif karantinada bulunan 30’a yakın sınıfta yine ortalama 100 öğrencinin evlerinde karantinada bulunduğu belirtiliyor. Bu bile tehlikenin giderek yayılabileceğini gösteriyor.

Geçtiğimiz yıl uzaktan eğitim ve öğretim görüldüğünde vakalarda bu kadar artış olmamış, bu kadar aşılama oranına ulaşılamamıştı.

Örneğin: 6 Ekim 2020’de hasta sayısı 1511 iken, vefat sayısı 55 olmuştu. Gerçi veriler hasta sayısı yerine artık vaka sayısı olarak ilan ediliyor. Ama yine de Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi vefat sayısı bile baz alınsa, bugün ki veriler 1 yıl öncesine göre 4 kat fazla.

Üstüne üstlük vakalar artık çocuklarda da görülmeye başladı.

Bilindiği üzere sınıflarda bir öğrencinin Koronavirüs olması halinde sadece ilgili öğrencinin 14,  iki öğrenci aynı anda Koronavirüs’e yakalandığı takdirde sınıf olarak karantina uygulamasına geçiliyor…

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da okulların açıldığı süreçle birlikte vaka sayılarının arttığını ve Türkiye’de 0-17 yaş gurubu vakaların 100 binin üzerinde olduğunu açıklamıştı.

Bunu da konunun ciddiyetini ortaya koyan bir itiraf olarak görmek lazım…

Öte yandan öğretmenlerin ve okul personelinin yüzde kaçının aşılandığına dair elimizde sağlıklı veri yok.

12 yaş üzeri çocukların yüzde kaçının aşılandığına dair de veri yok ve onları okula yollayan ailelerden yüzde kaçının aşılı olduğunu da bilmiyoruz. Bu kadar bilinmezlikle doğru yola gidebilme şansımız yok!

Umuyorum ki devletin elinde bu veriler mutlaka vardır ve bunları takip ediyordur. Ancak kamuoyuna duyuru yapılmadığı için önlemler noktasında nasıl pozisyon alınacağı planı yapılamıyor.

Okullar başta olmak üzere, toplu aktivitelerin yapıldığı mekanlar gibi yerlerde ve belli meslek gruplarında aşıyı zorunlu hale getirmekten başka çözüm görülmüyor.

Ne var ki, Milli Eğitim Bakanlığı bu yola gitmedi ve zorlama amacıyla PCR testi zorunluluğu getirildi.

Günlük test sayılarına 200 biner test daha eklenecek. Bu lojistik olarak mümkün mü?

Değişik istatistiklere bakıldığı zaman Türkiye’de üniversiteler hariç bir milyon 200 bin öğretmen olduğunu düşünüyoruz, personel ne kadar var bilmiyoruz.

Milli Eğitim Bakanlığı, personel sayısının artırıldığını söyledi.

Diyelim ki toplam iki milyon öğretmen ve personel var, daha okul servis çalışanlarını dahil etmedik. Bu iki milyon kişinin yüzde 10’u aşılanmadı ise 200 bin kişi eder, yüzde 30’u aşılanmadıysa da 600 bin kişi yapar. Bu 600 bin kişiye haftada iki kez PCR testi yapmak demek haftada bir milyon 200 bin tane ilave test yapmak manasına gelir. Yani günlük test sayılarına 200 biner test daha eklenecek!

“Birinci soru:” Bu lojistik olarak mümkün mü?

“İkinci soru:” Bunun parasını kim ödeyecek?

Diğer taraftan; öğrencilerin hepsi aşılansa bile en erken bir buçuk ay sonra bağışıklık kazanacaklar.

Ayrıca şöyle bir problem de var:

Gençler, çocuklar hastalığı alıyorlar (özellikle de aşı olmamışlarsa) ve yetişkinlere göre klinik olarak daha az belirti gösteriyorlar. Bu öğrenciler vektör olarak koronavirüsü başkalarına taşıma potansiyeline sahipler. Başkalarının başında da aileleri geliyor. Dolayısıyla vaka sayılarında bir artış görülmesi beklenilen bir durum. Zaten okullarda sınıfların kalabalık olduğu bir durum varken, aynı ortamda bulundukları ve soludukları havadan bulaş riskini önlemek mümkün değildir.

Ne yapılmalı? Şeklinde bir değerlendirme yapacak olsak da bir çözüm getireceğini sanmıyorum. Çünkü Milli Eğitim Bakanlığı vakalar olsa da okulların açık tutulması ile ilgili kararlı olduğunu açıkladı.

Bunun anlamı, gerekirse sınıflar kapatılsa da kalan sınıflarla eğitim, öğretim devam ettirilecek. Yani bir şekilde “Olan olur, kalan sağlar bizimdir” gibi bir mantık uygulanıyor!

Görüldüğü üzere gizemli bir yolda yürüyoruz. Önümüze neler çıkacağını şimdilik bilmiyoruz. Belki başka varyantlı virüsler çoğalacak.

Bütün umudumuz toplumsal bağışıklığın belirlenen seviyeye ulaşması. Ona da yakınız. Yeter ki biraz daha disiplinli şekilde önlemleri uygulamak ve birbirimize saygı göstermek. Aksi halde yeniden başa döneriz. Buna da tahammülümüz yok!