Köşe Yazıları

Asgari ücret politikası ve enflasyon

 

Asgari Ücret Komisyonu geçtiğimiz perşembe günü 2016’dan beri ilk kez ara zam için toplandı. Toplantıda, işçi kesimi adına TÜRK-İŞ, işveren kesimi adına TİSK ve hükümet adına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin bir araya geldi.

Bilgin, toplantıda yaptığı konuşmada Türkiye’deki örgütlenme düzeyinin yüzde 13 olmasının ciddi bir sorun olduğuna değinerek, “Türkiye’nin emekçileri örgütlenmediği, asgari ücretin dışında başka bir araçları olmadığı zaman ücretler asgari ücret düzeyine sıkışıp kalıyor. Bunun aşılması için mutlaka örgütlenmenin önünü açmamız lazım” dedi.

Buraya bir nokta koyarak cuma günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı ikinci toplantı sonrası açıklamaya geçeyim.

Dolmabahçe Çalışma Ofisi’nde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Özgür Burak Akkol ve Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay ile birlikte belirledikleri yeni asgari ücret kamuoyu ile paylaşıldı.

Erdoğan’ın açıklamasına göre asgari ücretli çalışanlar ikinci altı ay için maaşlarına ilave yüzde 30 (esası 29,3) zam alacak. Buna göre yılbaşından yılsonuna kadar olan 4 bin 253 liralık aylık ücret, net 5 bin 500 liraya çıkmış oldu. Yapılan zammın işverene maliyetini 7 bin 603 lira olacağını da ekleyelim.

İlk komisyon toplantısı öncesinde “Asgari ücretin açlık sınırı altında olmasını kabul etmeyiz” şeklinde açıklama yapan Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın Erdoğan’ın zam açıklaması sonrası, “İnşallah toplum rahat eder, biz de dua ederiz” şeklindeki sözleri, temsil ettiği işçi sınıfı tarafından mutlaka değerlendirilecektir.

Ülkemizde çalışan nüfusun yaklaşık yüzde 45’i asgari ücretli olduğu biliniyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Bilgin’in açıklamasına göre 6 bin küsur asgari ücretli bulunuyor.

Ben buna şöyle bir ilave yapayım:

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) araştırmasına göre, 25 Avrupa ülkesinde ortalama asgari ücrete yakın çalışan sayısı yüzde 8,8 iken, bu Türkiye’de 57,7 olarak tespit edilmiş.

Açıklanan zam farkına dönersek; dikkat edilirse burada çok önemli bir nüans gözden kaçırılıyor. Sayın Erdoğan’ın asgari ücreti önce yüzde 25 açıklayıp sonra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin’in uyarısıyla sözünü yüzde 30 olarak değiştirirken “Biz kabine toplantısında yüzde 25 konusunda mutabık kaldığımız için aklımda oradan kalmıştı” şeklinde açıklaması bağımsız karar vermesi gereken “Asgari Ücret Tespit Komisyonu”nun varlığını yok saymak anlamına gelmiyor mu? Yani toplantıda ne konuşulursa konuşulsun kararı hükümet veriyor.

***

Plağın arka tarafını çevirdiğinizde şöyle bir durum ortaya çıkıyor.

Asgari ücretin yaklaşık yüzde 30 artması bazı firmalara da önemli yük getirecek. Her ne kadar işçi başına 100 lira destek alacak olsalar da Rusya-Ukrayna arasında sürdürülen savaşın devam etmesine bağlı olarak uluslararası ekonomik sıkılaşma nedeniyle ya personel azaltımına gidecek, ya da ürettiği maddelere zam yaparak bu yükü telafi edecek. Bu da doğal olarak enflasyonu tetikleyecek. İki ucu keskin kılıç gibi yani…

Dolayısıyla asgari ücret artışı ister istemez istihdam sorununu da beraberinde getirecektir.

Çalışma Bakanı Vedat Bilgin her ne kadar “örgütlenmenin önünü açacağız” dese de,  cuma günü Haber Global kanalında yapmış olduğu açıklamada bir araştırma yaptıklarını belirterek, “İşçilere göre, ücretlerine yapılacak artışların önemli olduğu ancak işlerinin kaybedilmesinin daha çok önemli olduğunu” ifadesi söylemiyle çelişki ve düşündürücüdür. Bu açıklama tüm çalışanlara üstü kapalı “ya ücreti kabul edin ya da işsiz kalırsınız” şeklinde subliminal mesaj olabilir mi acaba?

Dolayısıyla yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi zamlar bazı şirketlerin cirosunu olumsuz etkilediği için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin’in açıklamasıyla örtüşüyor.

Çalışma barışının sağlanması ve verimliliğin artırılması için enflasyonist ortamlarda yeni ücret politikası devreye sokulmalıdır.

Şimdi, sonuca gelirsek:

Bilindiği üzere TÜİK dışında Enflasyon Araştırma Gurubu (ENAG) tarafından da enflasyon açıklaması yapılıyor ve arada yarıya yakın fark oluyordu. Toplumun büyük çoğunluğu da TÜİK’in açıkladığı verilere inanmıyordu.

Geçtiğimiz günlerde kamuoyunda tartışma konusu olan TÜİK rakamlarının güvenirliği konusunda Metropol tarafından yapılan araştırmanın sonuçları paylaşıldı. Ankete katılan seçmenin yüzde 69’u, ‘ENAG’ın açıkladığı yüzde 160’lık yıllık enflasyona inandığını’, TÜİK rakamlarına inanmadığını gösterdi. Ankete katılan seçmenin sadece yüzde 23,9’u TÜİK’in rakamlarına güvendiğini ifade etti.

Bu tür alternatif araştırmalar ister istemez hükümet kanadında rahatsızlık yaratıyor. Bunun için, TÜİK’na alternatif olarak enflasyon ve benzeri türden araştırmaların duyurulmasını önleyecek taslak bir çalışma yapıldığı öne sürüldü. Taslak çalışmaya göre, “TÜİK dışında başka bir kurum, enflasyon veya başka veriler hesaplayamayacak. Hesaplayıp kamuoyuna açıklayabilmek için TÜİK’e izin başvurusu yapacak. TÜİK de 2 ay içinde başvuruyu sonuçlandıracak. Bu şartları yerine getirmeden veri açıklayanlara 3 yıla kadar hapis cezası verilebilecek, habere ve internet sitesine erişim de engellenecek.”

Taslak henüz yasalaşmadı. Eğer yasalaşırsa TÜİK’na güven olgusu hepten ortadan kalkacak.

Siyasiler halkın isteklerini yerine getirmek için seçilirler. Bahane üreterek, yasaklar koyarak hataları geçiştirmenin geçmiş iktidarlarda olduğu gibi bir bedeli vardır. Umarım bu göze alınıyordur!”